11 Aralık 2010 Cumartesi

Av Mav Bahane, Polisler Şahane

-Av Mevsimi adlı film üzerine-



Söz konusu Yavuz Turgul ve Şener Şen işbirliği olunca insanın ister istemez yüksek beklentileri oluyor. İlk aklımıza geleni Eşkiya olmakla birlikte; Muhsin Bey, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gölge Oyunu gibi kalburüstü işlere birlikte imza atmış iki isimden bahsediyoruz. Av Mevsimi’ne de bu beklentiyle gittim bir sinemasever olarak. Bu film için olumsuz şeyler söylemeye dilim varmıyor ama takdir edecek çok şey de bulamıyorum açıkçası.



Nerden başlasak... Bir kere filmin konusundan, senaryosundan bağımsız olarak düşününce filmde çizilen “polis” profili beni rahatsız etti. Hele ki polis terörünün en iğrenç haliyle yaşandığı şu son günlerde, ay ne cici yahu şu polis teşkilatı gibi bir yaklaşımdan hazzetmedim. İnsan böyle laylaylay eğlenceli polisleri görünce elinde olmadan düşünüyor. Madem polis teşkilatı bu kadar eğlenceli, dürüst ve insani değerlerle donanmış kişilerle dolu; haklarını arayan gençleri yerlerde saçlarından sürükleyen, onlara haşere muamelesi yapıp kilolarca biber gazı sıkan, hamileyim vurmayın diyen bir kızın karnını tekmeleyen caniler kim. Polis teşkilatının tamamı için beterdir, kötüdür, kokuşmuştur demek insafsızlıktır, ayıptır. Bu yüzden binlerce dürüst ve iyi niyetli polisi tenzih ederim. Lakin polis teşkilatıyla ilgili acı ve iğrenç gerçekler beton gibi duruyor yanı başımızda. Bu nasıl film yazısı, anlattıklarının filmle ne alakası var diyebilirsiniz ama aslında her şeyin her şeyle alakası var arkadaş. Her şeyin git gide kirlendiği bu ülkede siyasete bulaşmadan film bile anlatamazsın aksi takdirde samimi değilsin demektir.


Neyse dönelim filme. Ben her ne kadar polis ve onun çağrıştırdığı şeylerden hoşlanmıyor olsam da polisiye edebiyatı da sinemayı da çok severim. İnsanlığın kötücül tarafına dair bir şeyler söyler bu yapıtlar size. Kötücül tarafı tanımlayabilmek/tanıyabilmek iyiyi keskinleştirmek için bir ipucudur neticede. Bu da çok mühim bir şeydir. Suya sabuna dokunmak demektir polisiye aslında. Polisiyeler biraz politiktir de aynı zamanda. Polisiyelerin sonunda, adalet geç de olsa-genelde-tecelli eder. Ve adı üstünde polisiye olduğuna göre de adaletin temsilcisi polistir. Bu yüzden polisiyelerin kahramanları doğal olarak polislerdir. Bir polisiyesever olarak bundan rahatsız değilim. Bu, türün doğası gereği böyle. Polisiyeler sanatsal açıdan küçümsenseler de zeka ve konsantrasyon gerektiren bir iş oldukları için takdiri hak ederler. Polisiye bir hikaye anlatmak zor iştir. Boşluk bulunmaması gerekir hikayede. Polisiye kusursuz olmalıdır. Bu kusursuzluk sonunun tahmin edilememesi değildir. Polisiye zeka işi olduğuna göre, zeki bir okur/izleyici olayı pek ala önceden çözebilir. Polisiyeyi kötü yapan bu tahmin edilebilirlikten ziyade içinde mantık hatalarının bulunmasıdır. Bence böyle.

(Filmi izlemediyseniz ve izlemeyi düşünüyorsanız yazının bundan sonraki kısmını okumanız tavsiye edilmez.)

Gelelim Av Mevsimi’ndeki mantık hatalarına.
Bir kere operasyonu gerçekleştiren doktora o kadar kolay ulaşmaları senaryo açısından büyük bir garabet. Çolakzade gibi her şeyi hesaplayan zengin ve güçlü bir adam o doktoru nasıl ortadan kaldırmaz, hadi ortadan kaldırmadı öyle ortalıkta çok kolay ulaşılabilir bir yerde olmasına nasıl göz yumar? Dağın başında bir kulübede genç bir kızın böbreğini hiç çekinmeden alan doktor sonradan niye vicdana gelir? Doktor karakterinin bu kadar derinliksiz oluşu, intihar etmek ve olan biteni itiraf etmek için polislerin gelmesini beklemesi filan.. Offf.. Sadece o sahne bile filmden çok şey götürüyor.
Bir başka gariplik... Deli İdris çok iyi korunan Çolakzade malikanesine hissettirmeden giriyor. Bunu başaracak yetenekteki bir adam nasıl oluyor da kapının dışında güvenlik olabileceğini ve o bağırışlara birilerinin gelebileceğini hesap etmiyor.
İdris’in özel hayatıyla ilgili bölümler de gereksiz ve acemiceydi. O bölümlerin niçin konduğunu anlayabiliyorum aslında. İdris’i karikatür bir tip olmaktan çıkarmaya çalışmış Yavuz Turgul. O bölümleri anlatarak hesapta bize şunu söylüyor: İdris deli bozuk bir adam, ama sırf karadenizli olduğu için filan değil ailevi problemleri de olduğu için böyle. Böylece gözümüzde İdris’in Çolakzade malikanesine girmek gibi bir saçmalığa niçin soyunduğunu mantıklı kılmaya çalışıyor ama olmuyor maalesef. Altı dolmuyor ve dahası İdris’le ilgili bölümler hikayeye bir şey katmadığı gibi kurguyu da hantallaştırıyor. Melisa Sözen’in eşek kadar çocukları olan dul bir kadın olduğuna inanmamızı beklemeleri de garip ya neyse. O kadarını görmezden gelelim.

Filmde iyi şeyler yok mu. Elbette var. Bunların en önemlisi oyunculuk performansları. Senaryodaki tüm çukurlara rağmen oyunculuklara diyecek pek bir şey yok. Şaşılacak bir şekilde benim en beğendiğim oyunculuk performansı Cem Yılmaz’a ait. Gereksiz de olsa gerçekçi bir performans yaratmış Cem Yılmaz. Okan Yalabık ve Rıza Kocaoğlu’nun performansları da başarılı. Şener Şen ve Çetin Tekindor’u da usta kontenjanından alalım buraya.



Başta da söyledim ben bu film için kötü yorumunu yapamıyorum ama içime sinmeyen çok şey var. Hikaye güzel ama senaryodaki aksaklıklar nedeniyle hikaye biraz güme gitmiş bence. Yavuz Turgul usta bir yönetmen. Polisiye gibi bir türün çok ince elenip sık dokunması gereken bir iş olduğunu biliyor olması gerekir. Türk sinemasında polisiye örneklere rastlamak zor-saçma sapan televizyon dizilerini bu kategorinin içine saymıyorum bile. Bu yüzden hem Türkiye sinemasını hem de polisiyeyi sevenler için alternatif bir izlence. Maalesef daha fazlası değil.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Yanmışım Sönmüşüm...

http://www.dailymotion.com/video/x55l8b_sezen-aksu-yanmisim-sonmusum-ben-by_music

Evetçi oldu diye çok eleştirildi. Çarmıha gerildi hatta. Bu nasıl İzmirli dediler onun için, sokaklardan adını kaldırdılar falan filan. Evetçi olup kalbimizi kırsa da onu sevmemek elde değil. En azından şarkılarını sevmemek... Bu şarkısı en sevdiğimdir. Klibini çeken kişinin Fatih Akın olması da ayrı bir güzelliktir.