Sinema ticari boyutu olan bir meşgale. Bunu kabul etmek gerekir. Yapımcısıydı,reklamıydı, gişesiydi, kıldı, tüydü… Ama en nihayetinde bir sanat... 7.sanat payesini vermişiz boru mu? Ticari kaygıyla çekilen filmler kötüdür de diyemem, tonla örnek var aksini gösteren. Lakin az bütçeyle de anlatabilecek değerli konuların içine sırf gişe yapsın diye sıçtıkları zaman bu konudaki iyi niyetim buhar olup uçuveriyor.
Aşağıda yazacağım sebeplerden ötürü Yüksel Aksu’nun 2. uzun metraj filmi olan “Entelköy Efeköy’e Karşı” benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.
Yerlerde Sürünen Mizah
Filmdeki mizah anlayışı çok basit kalmış. Sadece küfüre, bel altı espriye ve argoya dayanan bir mizah anlayışı olmaz olsun arkadaş. Filmde bu ögeler öylesine abartılmış ve samimiyetten uzak kullanılmış ki bir ara Recep İvedik serisinden birini izlediğimi sanmaya başladım. Denebilir ki küfür ve argo olağandır. Hele ki film kırsal da geçiyorsa asıl bunları kullanmamak ve yokmuş gibi davranmak samimiyetsiz bir davranış olacaktır. Evet, tam da böyledir. Gelgelim filmin amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Türkiye’de kabul gören bayağı mizah anlayışının ve bu tarz mizahın seyirciyi salonlara çektiği gerçeğinin kullanılmak istendiği çok açık. Bunu filmi izleyen herkes idrak edebilir ve bu, filmi samimiyetsiz yapan noktalardan biri.
Sallanan, Samimiyetsiz Sol Söylem
Filmin söylemi de arızalı. Evet, verilmek istenen bir mesaj var. Çok da önemli bir mesaj… Vahşi kapitalizmin insanı ve doğayı sömürüsü üzerine önemli tespitler var. Bu tespitler doğru ve değerli olmakla beraber veriliş şekli arızalı bence. Bir kere oradaki çevreci aktivist topluluğun köylülere rağmen bir zafer kazanması çok elitist ve jakobence bir bakış. Halbuki bu ülkede çevreci aktivist örgütler kadar-hatta belki de daha fazla-halk direnişleri gördük bu tarz olaylar karşısında. Bergamalı kahraman köylüler, Karadeniz halkının HES’lere karşı verdiği mücadele, son olarak da Gerze halkının Anadolu Grubu’na karşı gösterdiği direniş belleğimizde. Hal böyleyken zaferi çevreci aktivistlerin tek başlarına kazanmaları(ki aslında o da yukarıdan hallediliyor, mahkeme yürütme kararını durduruyor filan) köylünün gözünü para hırsı bürümüş bir grup cahil kitle olarak gösterilmesi gayet ayıp, etik dışı ve arızalı bir bakış açısı. Hükümetin bu haberi “müjdelemek” için yabancı heyet eşliğinde köye bakan göndermesi hadisesine ise hiçbir diyeceğim yok. O ne lan! Biz mi uzayda yaşıyoruz acaba. Bu ülkeye öyle sağduyulu, insan ve doğasever hükümetler geldi de bizim mi haberimiz yok. Bizzat bu ülkenin her karış toprağının içine sıçan, her damla suyunu zehirleyen mevcut iktidarlar değilmiş gibi o iktidarı temsilen sevimli bir bakan- o kadar sevimli ki köyün marjinal kişisi sosyalist insan “aykırı”nın arkadaşı filanmış meğer- tiplemesi çizilmesi filan gayet yapmacık. Çevreci aktivistlerin kazandığı başarıların “Hürriyet” gazetesinde manşet olup durması bu saçmalıklara iyice tüy dikiyor. Ulan bu bizim boyalı basınımız ne zaman böyle şeyleri manşetine taşımış, ne zaman sermayeden sömürenlerden yana değil de emekçiden insandan yana saf tutmuş? Hürriyet bir de… Pehhh… Sponsor yalamak da bu olsa gerek.
Nereden Tutsan Elinde Kalıyor
Bir yönetmen düşünün “Dondurmam Gaymak” filmiyle büyük övgüler ve tonla ödül alsın. Hatta oscara aday gösterilsin . Sonra da tutsun böylesine güzel bir konuyu, bu denli samimiyetsiz ve piyasacı bir mantıkla çeksin. “Dondurmam Gaymak”la kazandığı karizmayı fena halde çizdiğini düşünüyorum ben. Filmin o kadar çok eleştirilecek noktası var ki. Ana karakterlerden biri olan muhtar karakteri örneğin. İnandırıcılıktan fersah fersah uzak… Bir de “ÇGHB” popülaritesinden faydalanmak için yapılan bir Şahin Irmak seçimi var ki bu karakterdeki derinliği sıfıra doğru çekmiş iyice. Muhtar ile Katrin arasındaki aşk hikayesi de inandırıcılıktan uzak. Üstüne üslük asıl mevzunun da önüne geçiyor zaman zaman. Filmde her şey var biraz da erotizm koyalım zihniyetiyle filme yerleştirilmiş “Muhtarın Rüyası” bölümüne ise diyecek laf bile bulamıyorum. Köylülerin yaptığı karşı eylemde “efeler”in “falancana filancana ölürüm türkiyem” şarkısıyla konser alanına girmeleri var ki. Bildiğin felaket. Efe dediğin, Zeybekle, Harmandalıyla, Kerimoğluyla filan girer, “….. ölürüm Türkiyem” de neyin nesi. Nasıl bir saçmalık. Yüksel Aksu’nun filmin sonunda çıkıp filmin mesajını anlatması ayrı bir antin kuntinlik. Mesajı alan alır arkadaş, o ne öyle! Bir de çıkıp üstüne; işte bu film izlenirse, yapımcı bize para verir, biz de bunun devamını çekebiliriz demez mi. İşte orada hepten bitti gözümde.
Yüksel Aksu’nun Amacı Ne?
Yuh be arkadaş bu kadar da eleştirilmez ki, filmde hiç mi iyi şey yok diyenler için: Var elbette… Bir kere konunun kendisi şahane, işlenişi berbat olsa da. Ve köylünün yanlış yaptıklarını anlayıp da sosyalist “aşırı”nın yanına gittikleri, “aşırı”nın da bunlara çok basit bir dille “olan biteni” (kapitalizmin çelişkileri) anlattığı bölüm gayet güzeldi. Belki de filmdeki tek güzellikti.
Velhasılı bu kötü bir film. Muhalif filan olduğunu iddia edebilirler; ama maalesef çok sığ ve sulandırılmış bir muhalefet söz konusu. Komik olduğunu iddia edebilirler, riyakarlık etmeyeyim güldüğüm kısımlar da oldu lakin böyle sulu bir mizah anlayışıyla “mesajlı” film çekilmez. Geniş bütçeye ihtiyaç duyduklarını bu yüzden de popülariteyi kullanmak ve sponsor yalamak zorunda olduklarını söyleyebilirler; ama iyi film yapmak için büyük bütçelere ihtiyaç yok. Bakınız bağımsız sinemacılara. Taş gibi filmleri var.
Yüksel Aksu belki bu filmle iyi gişe yapar, iyi para kaldırır; ama gerçekçi ve samimi sinemanın özünden uzaklaşmış olur. Benim yazıyı okuyacağını ve kaale alacağını zannetmem; ama umarım birileri Yüksel Aksu’yu uyarır.
17 Ocak 2012 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)