9 Eylül 2019 Pazartesi
KEMAL TAHİR ROMANI VE İDEOLOJİSİ ÜZERİNE KENDİNİ BİLMEZ BİR DENEME
BURASI GİRİŞ: Yaşar Kemal için “fantastik gerçekçi” Orhan Kemal için “gözlemci gerçekçi”* dersek edebiyatımızın bir diğer büyük “Kemal”i, Kemal Tahir için ne demeliyiz? Ona da “öğretici gerçekçi” diyebiliriz kanaatimce. Ya da “didaktik gerçekçi”. Hangisi kulağımıza hoş gelirse artık.
Orhan Kemal ve Yaşar Kemal okumalarından sonra okuma listemizde sıra Kemal Tahir’e gelmişti. Cumhuriyet Dönemi romanına damga vurmuş bir diğer büyük isim Kemal Tahir’i de okumak gerekiyordu tabi ki. Bizim güzide okuma grubumuz tarafından Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sı okunmuştu. Ben onlarla eşgüdümlü okuyamadım Kemal Tahir’i. O sırada Yaşar Kemal’in üçlemesini henüz bitirmemiştim. Kitap eksenli değerlendirmeleri ve tartışmaları takip ettim lakin. Bizimkiler “solcu” olduğu için Kemal Tahir onlara pek yaranamamıştı “Devlet Ana” romanıyla.:) Zira Osmanlı’nın kuruluş ideolojisini anlatan bu roman bizimkilerin ideolojisine biraz uzak düşmüştü. Devlet Ana’yı okumadığım için bu topa fazlaca girmeyeceğim. Kenarından şöyle bir dolaşıp gideyim. İşte ben o süreçte bu okumaya yetişemeyince sonraya bıraktım “Kemal Tahir” okuma işini. Grupta “Devlet Ana” üzerinden dönen değerlendirmelerden de kaynaklı olarak başka bir kitabını okumak isteği vardı içimde. Yaz tatili girdiğinde biraz da tesadüfle önüme “Esir Şehir” üçlemesi düştü. Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’i de seri şeklinde okuduğumdan bu tesadüf hoşuma gitti ve kolları sıvayıp üçlemeye giriştim.
ŞURADA BİRAZ KONUYU DERİNLEŞTİRELİM(DAĞITALIM): Üçleme “Esir Şehrin İnsanları”, “Esir Şehrin Mahpusu” ve “Yol Ayrımı” adlı romanlardan oluşuyor. Bu üç büyük romancının kitaplarının peş peşe okuduğum için aralarda ister istemez karşılaştırmalar yapacağım. (Gorki’nin Karşılaştırmalı Edebiyat Kürsüsüne hoş geldiniz.) Lakin bu karşılaştırmanın amacı birinin diğerlerine üstünlüğünü anlatmak için ya da birilerini yerip diğerini göklere çıkarmak için olmayacak. Hepsinin kendine has büyüklüklerini vurgulamak için kullanacağım. Kemal Tahir’in kendine has bir roman anlayışı var. Dil ve anlatım konusunda bir Yaşar Kemal değil örneğin. Yaşar Kemal sizi avucunun içine alıp bırakmazken Kemal Tahir okurken zaman zaman sıkılıyorsunuz bile. Ama neden? Bence tam olarak Kemal Tahir bunu istediğinden. Nasıl yani, bir romancı neden okuyucularını sıkmak istesin ki? Böyle bir şey istenebilir mi? Pekala istenebilir, kurgu gereği ve anlatmak/vermek istediği mesaj gereği okuyucuyu bunaltmak, dürtmek, cendereye almak isteyebilir romancı. Çünkü roman kahramanının yaşadığı sıkıntıyı deneyimleyerek yani onunla duygudaşlık kurarak romanın vermek istediği mesaja daha iyi vakıf olabilirsiniz. Mesela, Kemal Tahir bu üç romanında da aslında ana kahraman olmayan karakterlerin çok uzunca konuşturuldukları bölümler yazmış. Bu bölümler olay kurgusunun içinde gereksizmiş gibi duruyorlar ve sabırsız okuyucuları sıkabilecek uzunluktalar ama bir yandan da şu hissiyatı okuyucuya sezdiriyor romancı: “Şu işe bak; memleket savaştayken, işgal altındayken bile böyle zırva şeyler düşünen, küpünü doldurup gününü gün etmeye çalışan insanlar var.” Romancı o zırvalayan kahramanın karşısına oturtuyor bizi ve işgal altında bir memlekette ya da zorluklarla kurulmuş cumhuriyetin ilk yıllarında aslında halkın neler konuştuğunu, neler hissettiğini bize çaktırmadan anlatıyor. Bu boğucu, zaman zaman sıkıcı diyalogların/tiratların bir amaca hizmet ettiğini ve Kemal Tahir’in bunu bilinçli yaptığını düşünüyorum. Yani Yaşar Kemal’deki o muhteşem dil mühendisliği Kemal Tahir de bir kurgu mühendisliği olarak karşımıza çıkıyor.
Kurgu mühendisliğindeki başarısının bir başka kanıtı da karakterlerin romandaki ağırlığıyla ilgili. İlk romanın bir ana kahramanı var:Kamil Bey. Kamil Bey; mirasyedi, sportmen, alafranga bir paşazadedir. Ömrünün çoğunu Avrupa’da geçirmiş ve mütareke yıllarında mecburen yurda dönmüştür. O tarihe kadar siyasetten uzak duran, bir paşa çocuğu olduğu için padişahçı olan Kamil Bey, bu dönemde varoluşunu sorgular ve Kuvayımilliye hareketinin bir şekilde bir parçası olmayı başararak “Millici Abi”ye dönüşür. Tragedyalardakine ya da halk hikayelerindekine/destanlardakine benzer bir bilinçlenme ve dönüşüm hikayesine şahit oluruz kahramanımız ekseninde. Her ne kadar ana kahramanımız da olsa ilk kitap dışında-ki ilk kitapta bile çok önde değildir bence-sahneyi hep başkalarıyla paylaşır Kamil Bey. Hatta üçüncü kitap neredeyse ana kahramandan yoksundur. Ki bu roman dediğimiz edebi tür için şaşırtıcı bir durumdur. İşte bunların hepsi aslında Kemal Tahir’in romancı mühendisliği sayesindedir. Kamil Bey’i ölçülü bir şekilde öne çıkarması, ikinci kitapta ve üçte iyice silikleştirmesi ve rolleri eşit paylaştırması bize bir şeyi işaret eder:Kuvayımilliye ruhu ve onun takipçisi olan Cumhuriyet ruhu büyük bir ortaklaşmanın eseridir ve bunda adı sanı bellisiz, sayısız insanın emeği vardır. Bu büyük kurtuluş ve kuruluş ruhunun kendisine aykırıdır bir kahramanı fazlaca ön plana çıkarmak. Mustafa Kemal bile çok öne çıkarılmaz kitapta. Roman kahramanlarının dilinde sürekli “Gazi Paşamız” diye zikredilip saygı gösterilmesine rağmen ince ince eleştirildiği(üçüncü kitapta)yerler de mevcuttur. Ki Kemal Tahir ideolojisi tam da budur:överim ama eleştiriden de geri durmam.
Gelelim bir başka bahse:gerçekçilik. Orhan Kemal romanlarındaki diyalogların hayatın birebir kopyası olacak raddede gerçekçi olduğundan bahsetmiştim. Gerçekçilik Kemal Tahir’de nasıl tezahür ediyor bir bakalım. Kemal Tahir, olayları çok gerçekçi bir şekilde yansıtmayı başarıyor ama diyaloglar konusunda biraz daha “idealist” olduğunu görmemek mümkün değil. Orhan Kemal’de bir ırgat, ırgat gibi; bir fabrikatör, fabrikatör gibi konuşurken Kemal Tahir’in romanlarında herkes kitap gibi konuşuyor. Kahramanların diyalogları şive, aksan, tarz olarak gerçekçi olsa da içerik olarak oldukça idealize edilmiş. Bu gayet normal aslında. Başlarken Kemal Tahir için “öğretici gerçekçi” demiştik. Kemal Tahir’in bir ideolojisi var. Romanları da bu ideolojiye bir araç olarak hizmet ediyor. Öğretmek için yazmış, düşüncelerini savunmak için yazmış romanlarını. Bu yüzden bu “didaktikliği” yadırgamamak lazım.
Yalnız yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Bir şey öğretmek için yazıp, yazdığı şeyi bu denli edebi bir şekilde sunabilmek her yiğidin harcı değildir. Zaten Kemal Tahir’i bir fikir adamı olmanın ötesinde büyük bir romancı da yapan işte bu edebi yetkinliğidir.
TOPARLARSAK: Bu üç roman mutlaka sırayla okunmalı. Çünkü olaylar birbirleriyle bağıntılı ve aralarında kronolojik bir öncelik de söz konusu. Benim gibi, tarihi kuru bilgi olarak değil de roman estetiği içinde okumayı sevenler için kesinlikle okunması gereken bir üçleme. Büyük tarihi olaylar olup biterken arka planda insanlar ne yapıp ne ediyordu hep merak ederim. Kurgu da olsa bunu konu alan bir eser okumak ufuk açıcı.
Kemal Tahir, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilmiş biri. Marksist dünya görüşünü benimsemiş ve bunu Türkiye’ye uyarlamaya çalışmış, bunun kaynaklarını da Osmanlı’da aramış birisi. Sosyalist dünya görüşünü benimsediği için devlet tarafından mimlenmiş yıllarca hapishanelerde yatırılmış, “milli ve yerli”** bir damar aradığı için solcular tarafından dışlanmış ama her şeye rağmen düşüncelerinin arkasında ısrarla durmuş bir düşünür Kemal Tahir. Düşünceleri, savundukları hâlâ ilgiye ve incelenmeye değer.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yazıdan Alakasız Notlar ve Dipnotlar:
Not: Arkadaş listemde Kemal Tahir üzerine yüksek lisans ve doktora yapmış, sosyoloji ekolünü Kemal Tahir üzerine kurmuş ve bunu ders olarak anlatan bir akademisyen varken Kemal Tahir üzerine bir şeyler yazma cüreti gösterdiğim için Yüksel Yıldırım’dan özür dilerim. Gelip ağzımı kırarsa boynum kıldan ince. Buraya nitelikli bir katkı iliştireceğinden şüphem yok.
*Gözlemci gerçekçi tabiri, Boğan Daran’a aittir. Kendisi “al tepe tepe kullan” dediği için kullandım. Saygılar.
**Bunu günümüzdeki her türlü pespayeliğin üstünü örtmek için kullanılan “milli ve yerli” söylemiyle karıştırmayınız lütfen. Bu özbeöz Kemal Tahir ideolojisidir.
Kemaller Üzerine Alakasız Notlar:
Not 1: Kemal ismi ne bereketli bir isimdir yahu! Kemallerden hep büyük adam çıkmış. Üç büyük romancının haricinde bir de büyük şair Yahya Kemal var mesela.
Not 2: Gerçi bunlar hiçbirinin gerçek ya da tam ismi değil. Mesela Yaşar Kemal’in aslında adı Kemal. Bakınız:Kemal Sadık Gökçeli. Kemal Tahir’inki de aslında İsmail Kemalettin. Orhan Kemal’inki tamamen takma ad. Gerçek ismi Mehmet Raşit Öğütçü. Yahya Kemal’inki de “Ahmet Agâh.
Not 3: En büyük Kemalimiz, Gazi Paşamızın bile orijinal adı “Kemal” değil. Malûm bu ismi ona matematik öğretmeninin verdiği anlatılır.
Not 4: Benim en sevdiğim Kemal ise, adı da kendi de tam orijinal Kemal Sunal’dır.
6 Eylül 2019 Cuma
GERÇEĞİN TA KENDİSİ
Bir romanın başarısını neyle ölçeriz? Elbette bu soruya verilecek cevap kişiden kişiye değişecektir. Kimi okur hayal gücünün sınırlarının zorlayışıyla, kimi okur çok okunmasıyla, kimi okur hiç değinilmemişe değinmesiyle ölçebilir bu “başarı” dediğimiz göreceli kavramı. Pekala “gerçekçilik” de bir ölçüt olabilir bir romanın değerlendirilmesinde. Eğer gerçekçilik edebi değerlendirmedeki ilk ve en önemli ölçütümüz olsaydı hiç düşünmeden Türk edebiyatının en iyi eserlerini Orhan Kemal’in verdiğini iddia ederdim. Çünkü onun edebiyatını en iyi anlatan sözcük bu “gerçekçilik”. Hem de öyle büyülü müyülü, toplumcu, estetik, postmodern vs. bir gerçekçilik değil. Çırılçıplak, katışıksız bir gerçekçilik onunkisi. Handiyse roman kahramanın kitaptan çıkıp “Öyle mi gardaş?” diye size sual edeceği vehmine kapılıyorsunuz okurken. O biçim bir gerçekçilik!
Orhan Kemal romanlarında olaylar ve kahramanlar o derece gerçekçi ki Orhan Kemal insanlar arasında dolaşıp olan biteni kameraya çekmiş ya da her şeyi bir kayıt cihazıyla kayıt altına almış da sonrasında izleyerek ya da dinleyerek kağıda dökmüş hissi uyandırıyor. Hiçbir şey idealize edilmemiş. Her şey gerçek hayatta olması gerektiği gibi yazılmış. Tabi ki Orhan Kemal, kamerayla ya da kayıt cihazıyla insanların arasında dolaşmamış. Peki, nasıl sağlamış bu gerçekçiliği? Muhtemelen müthiş bir gözlemciydi kendisi. İşçi kahvelerinde, pazarlarda, tarlalarda dolaşmış; zaman zaman buralarda çalışmak zorunda kalmış hamallık, ırgatlık, amelelik de yapmış yani hayatın içinden gelen birisi Orhan Kemal, bu sayede de insanları çok yakından gözlemlemiş ve tanımış. Dolayısıyla edebiyatındaki gerçekçiliğin en koyu tonu “toplumcu gerçekçilik” içeriyor. Kitaplarında her daim ezilen işçilerin, sıradan insanların, gariban ırgatların hikâyeleri var. Toplumsal çatışmalar, değişen düzenin alt üst ettiği aileler ve bu ailelerin hayatları onun konularını oluşturuyor.
Geçtiğimiz aylarda bu usta romancımızın iki romanını okudum peş peşe. “Bereketli Topraklar Üzerinde” ve “Eskici ve Oğulları”. (Aslında üzerlerinden neredeyse dört ay geçti ama ancak bir şeyler yazma fırsatı bulabildim. Yaşar Kemal okumalarını Orhan Kemal’den sonra yapmıştım oysa. Yaşar Kemal’inkileri daha önce yazdım. Kitaplarla ilgili bir şeyler yazılacaksa sıcağı sıcağına yazılmalı. Zaman geçince ister istemez hem etkisi azalıyor hem de unutuyor insanoğlu.)
Bu iki romanda da geçim derdi içindeki insanların hayatlarını okuyoruz. BTÜ’de köyden çalışmak için şehre gelip amelelik yapan üç arkadaşın hayata tutunma çabalarına şahit oluyoruz. EVO’da ise şehirde geçim sıkıntısı çekip köye ırgatlığa giden dağılmanın eşiğine gelen bir ailenin hayata tutunma çabalarına şahit oluyoruz.
BTÜ’nün insanı zaman zaman şok eden ve hatta ağır gelen bir gerçekçiliği var. İnsanın insana ettiği zulüm, her ne koşulda yaşanıyor olunursa olunsun cinselliğin insan hayatındaki başat rolü çok iyi bir şekilde işlenmiş.
EVO’da ise aile içi feodal ilişkiler, değişen topluma ve ekonomik yapıya ayak uyduramama, dinin günlük hayattaki işgal ettiği yerle ilgili çarpıcı detaylar ve gözlemler var.
İki kitap da “Çukurova” bölgesinde geçiyor. Ben bu iki kitabın üstüne bir de Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ve Dağın Öte Yüzü üçlemesini okuyunca altı kitaplık bir “Çukurova” seyahatine çıkmış oldum. Ve bu, her haliyle farklı ve acayip coğrafya beni allak bullak etti doğrusu. İnsanıyla, değer yargılarıyla, feodal yapısıyla, kadın erkek ilişkileriyle, dine ve inanışa bakış açısıyla böylesine özgün başka bir coğrafya yoktur bence.
Orhan Kemal romanlarında mekan olarak sadece Çukurova ve çevresini seçmemiş kuşkusuz. Büyük şehirde yaşama mücadelesi veren insanların da öyküleri var. Sıra geldi onları okumaya. Hemen değil belki ama bir ara onları da okuyacağım. Orhan Kemal, başta da söylediğim üzere “gerçekçi” edebiyatın ustası. Gerçeği tüm çıplaklığıyla, olduğu gibi anlatabilmek ise göründüğü kadar kolay değil. Hatta basit yazmanın daha zor bir şey olduğunu bile söyleyebiliriz. Yani edebiyat parçalamadan edebiyat yapmak. Bu edebiyat yapmadan edebiyat yapma ustasının diğer eserlerini de okuyacağım ilerleyen zamanlarda. Bir dilde yazı yazmış ustaların önemli eserlerinin tamamı okumadan o dilin hakkını verdiğimizi iddia edemeyiz düşünüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)