6 Eylül 2019 Cuma

GERÇEĞİN TA KENDİSİ




Bir romanın başarısını neyle ölçeriz? Elbette bu soruya verilecek cevap kişiden kişiye değişecektir. Kimi okur hayal gücünün sınırlarının zorlayışıyla, kimi okur çok okunmasıyla, kimi okur hiç değinilmemişe değinmesiyle ölçebilir bu “başarı” dediğimiz göreceli kavramı. Pekala “gerçekçilik” de bir ölçüt olabilir bir romanın değerlendirilmesinde. Eğer gerçekçilik edebi değerlendirmedeki ilk ve en önemli ölçütümüz olsaydı hiç düşünmeden Türk edebiyatının en iyi eserlerini Orhan Kemal’in verdiğini iddia ederdim. Çünkü onun edebiyatını en iyi anlatan sözcük bu “gerçekçilik”. Hem de öyle büyülü müyülü, toplumcu, estetik, postmodern vs. bir gerçekçilik değil. Çırılçıplak, katışıksız bir gerçekçilik onunkisi. Handiyse roman kahramanın kitaptan çıkıp “Öyle mi gardaş?” diye size sual edeceği vehmine kapılıyorsunuz okurken. O biçim bir gerçekçilik!

Orhan Kemal romanlarında olaylar ve kahramanlar o derece gerçekçi ki Orhan Kemal insanlar arasında dolaşıp olan biteni kameraya çekmiş ya da her şeyi bir kayıt cihazıyla kayıt altına almış da sonrasında izleyerek ya da dinleyerek kağıda dökmüş hissi uyandırıyor. Hiçbir şey idealize edilmemiş. Her şey gerçek hayatta olması gerektiği gibi yazılmış. Tabi ki Orhan Kemal, kamerayla ya da kayıt cihazıyla insanların arasında dolaşmamış. Peki, nasıl sağlamış bu gerçekçiliği? Muhtemelen müthiş bir gözlemciydi kendisi. İşçi kahvelerinde, pazarlarda, tarlalarda dolaşmış; zaman zaman buralarda çalışmak zorunda kalmış hamallık, ırgatlık, amelelik de yapmış yani hayatın içinden gelen birisi Orhan Kemal, bu sayede de insanları çok yakından gözlemlemiş ve tanımış. Dolayısıyla edebiyatındaki gerçekçiliğin en koyu tonu “toplumcu gerçekçilik” içeriyor. Kitaplarında her daim ezilen işçilerin, sıradan insanların, gariban ırgatların hikâyeleri var. Toplumsal çatışmalar, değişen düzenin alt üst ettiği aileler ve bu ailelerin hayatları onun konularını oluşturuyor.

Geçtiğimiz aylarda bu usta romancımızın iki romanını okudum peş peşe. “Bereketli Topraklar Üzerinde” ve “Eskici ve Oğulları”. (Aslında üzerlerinden neredeyse dört ay geçti ama ancak bir şeyler yazma fırsatı bulabildim. Yaşar Kemal okumalarını Orhan Kemal’den sonra yapmıştım oysa. Yaşar Kemal’inkileri daha önce yazdım. Kitaplarla ilgili bir şeyler yazılacaksa sıcağı sıcağına yazılmalı. Zaman geçince ister istemez hem etkisi azalıyor hem de unutuyor insanoğlu.)

Bu iki romanda da geçim derdi içindeki insanların hayatlarını okuyoruz. BTÜ’de köyden çalışmak için şehre gelip amelelik yapan üç arkadaşın hayata tutunma çabalarına şahit oluyoruz. EVO’da ise şehirde geçim sıkıntısı çekip köye ırgatlığa giden dağılmanın eşiğine gelen bir ailenin hayata tutunma çabalarına şahit oluyoruz.

BTÜ’nün insanı zaman zaman şok eden ve hatta ağır gelen bir gerçekçiliği var. İnsanın insana ettiği zulüm, her ne koşulda yaşanıyor olunursa olunsun cinselliğin insan hayatındaki başat rolü çok iyi bir şekilde işlenmiş.

EVO’da ise aile içi feodal ilişkiler, değişen topluma ve ekonomik yapıya ayak uyduramama, dinin günlük hayattaki işgal ettiği yerle ilgili çarpıcı detaylar ve gözlemler var.

İki kitap da “Çukurova” bölgesinde geçiyor. Ben bu iki kitabın üstüne bir de Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ve Dağın Öte Yüzü üçlemesini okuyunca altı kitaplık bir “Çukurova” seyahatine çıkmış oldum. Ve bu, her haliyle farklı ve acayip coğrafya beni allak bullak etti doğrusu. İnsanıyla, değer yargılarıyla, feodal yapısıyla, kadın erkek ilişkileriyle, dine ve inanışa bakış açısıyla böylesine özgün başka bir coğrafya yoktur bence.

Orhan Kemal romanlarında mekan olarak sadece Çukurova ve çevresini seçmemiş kuşkusuz. Büyük şehirde yaşama mücadelesi veren insanların da öyküleri var. Sıra geldi onları okumaya. Hemen değil belki ama bir ara onları da okuyacağım. Orhan Kemal, başta da söylediğim üzere “gerçekçi” edebiyatın ustası. Gerçeği tüm çıplaklığıyla, olduğu gibi anlatabilmek ise göründüğü kadar kolay değil. Hatta basit yazmanın daha zor bir şey olduğunu bile söyleyebiliriz. Yani edebiyat parçalamadan edebiyat yapmak. Bu edebiyat yapmadan edebiyat yapma ustasının diğer eserlerini de okuyacağım ilerleyen zamanlarda. Bir dilde yazı yazmış ustaların önemli eserlerinin tamamı okumadan o dilin hakkını verdiğimizi iddia edemeyiz düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder