26 Kasım 2009 Perşembe

Bayramınızı Kutlarım Ey Dostlar


(Geçen "kavurma" bayramında da bir bayram yazısı yazmıştım.. O yazının linkini de vermek isterdim ama eski bloguma erişim sağlanamadığı için bunu yapamıyorum. Niye o yazıya link vermek isterdim; çünkü bu bayrama ilişkin hissiyatım çok değişmiş değil. Kurban etmeye dair bir ritüelden bir bayram yaratmış olmamız hala bir nebze de olsa ititici geliyor bana. Neyse bunu tartışmak çok da anlamlı ve gerekli değil zaten. İşin teolojik, sosyolojik, psikolojik bir sürü boyutu var nitekim.)

Beni şu an ilgilendiren tamamen duygusal veriler. Bu bayramdaki harala güreleyi sevmiyorum ama düşünüyorum da bir yandan bayram seyran da olmasa eş dost göremeyeceğiz bu hayat gailesinin içinde. Belki de küçük bir teneffüs, bir mola ihtiyacını karşılıyor bayramlar bir yerde. Ve o adına hayat gailesi dediğimiz dalganın içinde git gide yalnızlaşan, uzaklaşan, asosyalleşen insanoğlu için insani değerleri hatırlatan bir can simidi oluyorlar. Sanki biraz da bu faydacı yaklaşımla seviyoruz artık bayramları. Yoksa gerçek manasıyla bayram sadece çocuklukta yaşanandır modern zamanlar insanı için.

Velhasılı bayılmasam da bayramlara; benim de sevdiğim yanları yok değil. Binaenaleyh "Bayramınızı [en içten] dileklerimle kutlarım dostlarım."

Böyle bayram tebriğimi olur ulan deyyus demeyesüz...!! Gorki'nin yapacağı bayram tebriği de bu kadar olur...


Son söz olarak Can YÜCEL'in şiiriyle bitirmek isterim:

BAYRAMLIK

Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış

Can Yücel

19 Kasım 2009 Perşembe

Doğumgünün Kutlu Olsun Bizim Oğlan




Ha bir de blogcuğum, bugün abimin doğumgünü…
Çok güzel adamdır benim abim. Abim diye demiyorum gerçekten kral adamdır. Bazen biraz asabidir; ama çokça neşelidir. Bazen fazla pimpirikli bazen de fazla geniştir. Ortası yoktur onun da benim gibi. Tipik Türk işte… Yoo, ama tipik Türk değildir sadece. Alelade adam değildir öyle. Güzel adamdır son tahlilde.. Açıktır algıları dünyaya. Okur, öğrenir, merak eder. Milletin ömür boyu yan gelip yatabilmek için girdiği bir devlet kurumunda çalışmasına rağmen devleti sanki o kurtaracakmışçasına canını dişine takarak çalışır. Tembelliği sevmez, prensiplidir.
Ve hayata dair öğrendiğim güzel şeylerin altında onun imzası vardır. Dünyaya bakmayı o öğretti bana. At gözlükleriyle dolaşmamayı, insan olmayı, insan kalmayı, bozulmadan “özüne” bakarak yaşamayı… Ne biliyorsam ondan öğrendim(yanlış bir şeyler biliyorsam o öğretti valla benim suçum değil..:)) )
Dedik ya güzel adamdır… Tek bir kötülüğü vardır: 30 yaşını devirdi ama hala benden genç gösteriyor..:)
İşte böyle blogcum. Benim bir de abim var, hep böyle güzel yaşlansın.. Ömür boyu mutlu olsun isterim..

Naber..??

Sevgili blogum, nassın iyi min görüşmeyeli..?? Ben de iyi sayılırım hamd olsun. Evet, biliyorum. Böyle samimi girişler yaparak senin gönlünü alamam. Öyle kırkta bir uğrayıp sonra bir iki sözle olmaz bu iş, anlıyorum. Çok ihmal ettim seni son zamanlarda. Bir hevesle sevilip kullanılmış daha sonra hevesi kaçınca bir köşeye fırlatılmış bedbaht Yeşilçam kadınları gibi hissediyorsun kendini benim yüzümden. Kusura bakma… Ama hastayım be blog yazamıyorum işte o yüzden. Ha ne yok yok domuz gribi filan değil. Kuş gribi, kırım kongo, sars, deli dana filan da değilim. Bu çok çok çok eski bir hastalık. İlk insandan beri var. Biz Türklerde en çok görülen hastalıktır bu(umarım vatansever(!) arkadaşlarım alınmazlar buna). Bu hastalığın adı tembellik. Sadece Türklerle de sınırlayamayız bu hastalığı; bizim coğrafyaya sinmiş bir şey bu. Bizim coğrafyada yaşayan herkes de vardır biraz bundan(Türkiye yerine bizim coğrafya dedim, umarım buna da kızmazlar… Eeeeeh, benim blogu okuyacak halleri yok ya canım). Gerçi Mustafa Kemal “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir” demiş. Şimdi de Cehape’li arkadaşlarımla papaz olmak istemem. Atamın sözüne karşı değilim, lakin bu sözü bir gerçeğin altını çizmek için değil de var olan bir gerçeği değiştirmek için yani tabiri caizse gaz vermek için söylemiş gibi geliyor bana.

İşte böyle blogcum öyle tembelim ki tembelliğime mazaret olarak Atatürk’ü bile tanık göstermeye çalışıyorum şuursuzca. Koca milleti de bu kapsam içine almaya çalışıyorum ki yaptığım normal bir şeymiş gibi görünsün… Sen de haklısın kim inanır ki buna.

Her gün bir şeyler yazma hevesi oluyor aslında içimde ama bilgisayar başına geçince oyun oynayıp feysbuk’un gelişmelerini takip etmekten vakit bulamıyorum dişe dokunur bir şeyler yazmaya. Aslında arkadaşlarımın durumlarına, fotoğraflarına filan bir sürü bir şeyler yazıyorum be blogcumm… Sayılmaz mı onlar…??!! Peheyyy.. Şuna bak, hala bahane peşindeyim, bir de okulda dersini yapmayan öğrencilerime kızıyorum ödev yapmıyorlar diye.

Bir de bilgisayar öncesi zamanda yaşadığımızı düşünsene. Al eline kalemi bileklerin kopuncaya dek yaz babam yaz. Hatta divitle, mürekkeple belki o da yok daha ilkeliyle bir kuş tüyüyle. Bunları geçtim, herhalde ben daktiloyla yazmaya bile üşenirdim. Düşünsene yazım yanlışlarını redakte edip oturup tekrar baştan yazacaksın filan. Birden daha çok sevdim şu“vörd” programını. Çok daha fazla saygı duydum şimdi zamanında o tuğla gibi şahane kitapları yazan adamlara. Dostoyevski, Victor Hugo filan da tembel olaydı ne yapardık.. Vay anasını.. Böyle düşününce insan bir fena oluyor haa..
Sap saman şeylerde anlatsam sana kendimi iyi hissettirdin bana blogcuğumm, seni gördüğüme sevindim.. Olaylara garışma.. Arada uğrarım ben yine.