-"Ölü Ruhlar" üzerine-
Ruh… İnsanoğlunun ölümsüz parçası… Beden ölüp gittiğinde, toprağın altına indirildiğinde bile yitip gitmeyen, pek çok inanışa göre insanların hesaba çekileceği son ana kadar yaşayacak olan, görünmeyen; ama aslında insanı insan yapan varlık. Elle tutulur, gözle görülür bir şey olmadığına göre varlığımsı demek daha doğru galiba. Peki ama görünmeyen, ancak var sayılan bu varlığımsı ne menem bir şeydir ki insanın asıl özü olarak kabul edilir. İnsanın beyni midir bu, yoksa beynin alt odalarında ikamet eden bilinçaltı mıdır, duyguları mıdır, yoksa insanoğlunun geçmişten bugüne getirdiği deneyimlerin ve yaşantıların bireylerde zuhur eden görünmeyen bir enerjisi midir..??!
Kitap bunların cevabını arıyor filan değil. Bunların cevabını kitap bittiğinde okuyucu arıyor-en azından ben aradım-. Ve asıl soruyu soruyor kendine. Ruh bedenden ayrı soyut ve uhrevi bir şey ise nasıl ölür ?
İşte bunun cevabını sezdiriyor kitap. Ruh da ölür!! Kalabalıklar içinde yalnız kalan, toplumun ve insanların dar kalıpları içerisinde sıkışan, özgürlüğü kısıtlanan, hayatı anlamlandırmaya çalışırken yaşadıklarıyla hayatı tepek taklak oluverip anlamsızlaşan, insanların kısır ve bitmez hırsları-önyargıları arasında ezilen un ufak olan insanların ruhları maalesef bedenlerinden bile önce ölüyor.
Kendi küçük dünyaları içerisinde birbirini yiyip tüketen İran Azerisi bir ailenin acınası fantezisi var bu kitapta. Yakından tanımadığımız, pek çok zaman da önyargıyla baktığımız İran’a ve toplumsal yaşantısına dair pek çok ilginç ayrıntıyı barındıran kitapta anlatılanlar o topluma özgü olmanın çok ötesinde. Kitabın söylemi, insanların çektiği acılar ve eziyetler aslında evrensel belli başlı arızaları fısıldıyor insana. İnsanın insana yapabileceklerinin sınırsızlığı karşısında ürperiyor, kendinizi yalnız hissediyor ve ruhunuzun ölümsüzlüğü konusunda şüpheye düşüyorsunuz.
İngiltere’de ve Almanya’da bolca övgü almış olan bu kitabın Türkiye’de henüz pek de ses getirmemiş olması garip. Hikâyenin vuruculuğundan zaten dem vurdum. Bunun yanı sıra Abbas Maroufi’nin kudretli anlatım kabiliyeti ve üslubu bu kitabı gerçekten müstesna bir eser haline getirmiş.
Kitabı edinmek isteyecekler için daha önce başka bir yayınevi tarafından “Ölüler Senfonisi” adıyla yayımlandığını hatırlatayım. Ki kitabın orijinal adı da “The symphony of dead”. Ancak bana kalırsa “Ölü Ruhlar” adı kitabın ruhuna daha uygun düşmekte.
Son söz olarak bu kitabı kelepir kitap raflarında keşfedip okuyan ve bana tavsiye eden biraderime teşekkür ederim. O, kitapta Orhan Pamuk lezzeti aldığını söylemişti ki ben de katılıyorum buna. Ek olarak bazı bölümlerde Oğuz Atay tadı bulduğumu da söyleyeyim.
26 Temmuz 2011 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder