18 Kasım 2011 Cuma

...


Ne gariptir..
Çok şey yazmak geliyor insanın içinden..
Ama kelimeleri denkleştiremiyor..
Yazamıyor insan kafası güzelken..
Kafan güzel değilken yazdıklarını da kim neylesin..
Yalandan dolandan ibaretken..

16 Kasım 2011 Çarşamba

Ayak Uyduramayanlara

"Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın
Kendin içindeyken, kafan dışındaysa
Çaresi yok kardeşim
Her akşam böyle içip, kederlenip
Mutsuz olacaksın
Meyhane masalarında kahrolacaksın
Şiirlerle, şarkılarla kendini avutacaksın
Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın"

Murathan Mungan



O çemberin içine giremedim bir türlü. Ya da hep içindeydim de dışına çıkmayı beceremedim hiçbir zaman. Bilmiyorum hangisi doğrudur. Bildiğim bir şey varsa mevcut dünya düzenine bir türlü ayak uyduramadığım. Bu küçük hesapların, menfaatlerin dünyasına ait hissetmiyorum kendimi. Kitaplarda okuyup inandığım ve hayatı onların üzerine kurduğum birkaç değerim vardı hayatta. Artık onlardan da emin değilim. Kavramların ve hatta duyguların bile içi boşaltılmış gibi. Dokunduğun her şey elinde kalıyor. Belki de bu yaşadığımız çağla alakalı. Her şeyin bu denli kolay tüketildiği bir zamanda değerler de kolay tükeniyor demek ki. Başka bir zamanda gelseydim dünyaya bir şeyleri daha iyi becerebilirdim belki de.

Dünyaya ayak uyduramıyorsan, bu dünyanın tamamen dışına çıkmalısın aslında. Yavuz Çetin’in “Yaşamak İstemem Aranızda” deyip başka bir dünyaya gidişinden bahsetmiyorum. Ayak uyduramasam da mücadele etmeyi severim. Hayatın sana pompaladığı bütün hırslardan arınıp tek işi rüzgâra ve yağmura dayanmak olan bir kaya gibi naif yaşamaktan bahsediyorum. Seni dört bir taraftan sarıp sarmalayan bu imajlar dünyasında, her şeyden sıyrılıp bunu başarabilmek...
Asıl mesele bu.

1 Kasım 2011 Salı

Hastasın Sen Çocuk

"ne kadar az yol almisim
ne kadar az yolun basindaymisim meger
elimde yalandan kocaman rengarenk oyuncak zaferler"


Üşüyorsun. Pek üşümezsin aslında. Bu normal bir üşüme de değil. Belki üşüme bile değil. İçten içe bir şey bu yaşadığın. Daha önce de tecrübe etmiştin böyle bir şeyi. Kemikte, ette hissedilen bir şey değil bu. Daha derinde bir yer üşüyor sanki. Ruh mu… Kim bilir!? İnanmazsın ki metafiziğe.

Sebebi o içten içe süren üşüme midir bilinmez ama dişlerin vuruyor birbirine. Adam akıllı titriyorsun. Hummaya tutulmuş misali. Belki de dişlerin değil de düşlerindir birbirine vuran. Kırılıp dökülürken titretiyordur seni derinden derinden.

Dert değil ki seversin sen titremeyi. Hasta olmayı sevmezsin; ama hastalık anlarındaki o insanın tüm hücrelerini saran titremeyi seversin. Çok tatlı gelir o titreme sana. Titremeyi seversin. Zaten sevdiğin her şeyi hastalıklı seversin.

Şu anda hasta değilsin gerçi. Belki de hastasın. Hastalık sadece bildiğimiz haliyle mi var. Beynin hastalanmış olamaz mı. Beyninde karıncalar yürüyormuş gibi hissedip de doktora gittiğin zamanı hatırla. Depresyon demişti doktor. Önce küfür yemiş gibi kalakalmıştın yerinde. Hastaneden ayrıldığında ise katıla katıla gülmüştün. “Depresyon ha!” demiştin. “Hadi sene ordan doktor bozuntusu.” O anda bitmişti depresyonun, bir tanecik bile ilaç yutmadan. Ne diyordu Kesmeşeker’in şarkısında “Erir dedi doktor depresyon kar gibi.”

Yine beynin hastalanmış olabilir pek ala. Beyin kolay hastalanır zira. Çok düşünüyorsun son günlerde. Cevabını alamadığın bilemediğin sorularla meşgul kafan. Hasta ediyor bu seni. Aman boşver mi diyorsun. Doktor teşhisi koyuncaya kadar mı sürer dersin bu da.

Ama her seferinde daha ağır geliyor artık bu düşünceler sana. Büyük Türk filozofu Teoman’ın sözüne mi uymalı acaba “düşünme, kim anlamış ki sen anlayasın böyle.”

Yapamazsın sen. Düşünmeden edemezsin. Hep böyleydin. Küçücük bir veletken bile edemezdin düşünmeden. Merak ederdin her şeyi, sorgulardın. Hiç değişemedin, çocuk kaldın. Gelgelim o zaman da anlamıyordun şimdi de anlamıyorsun.

Diğer insanların “hayatın gerçekleri” adını verdikleri büyümeyi bir türlü beceremiyorsun. Büyümeyi beceremediğin için de inciniyorsun sürekli. Bir çocuk. Küsüyorsun çok çabuk. İşin iyi tarafı unutuyorsun da bir çocuğun yaptığı gibi. Doğan gereği.

Evet, unutuyorsun. Kin tutmuyor ve yine yeniden başlıyorsun her seferinde. E, unutuyorsun dedik ya, tekrar tekrar üzüleceğini de unutuyorsun be çocuk. Bıkmıyorsun yenilmekten. Kendini “Don Kişot” sanan o arkadaşının tavsiyesine gülüp geçiyorsun; ama kabul et “her seferinde daha iyi yenilmek için çabalıyorsun.”

Yenilmek de dert değil senin için. Önemli olan denemekti diyecek kadar Pollyannasın. Bitmeden biten hikayeleri sevmiyorsun. Mücadeleyi seviyorsun her çocuk gibi. Her yerin kanasa da yaraların kabuk bağlasa da korkmuyorsun yeni yaralardan.

Bir şey bitecekse adam gibi bitmeli. Eksiltili cümleleri, tamamlanmamış hikayeleri sevmiyorsun. Çocuksun ya, cesursun o yüzden. Yetişkinlerin korkaklıklarını anlamıyorsun. Yetişkinler temkinli atarlar adımlarını, hesaplarlar. Sen gelişine yaşamak istiyorsun hayatı. Yaşamaktan korkan yetişkinleri sevmiyorsun.

En iyi bildiğin şey sevmek, sevginden anlamayan insanlara şaşırıyorsun. Sevgiden kaçanlara anlam veremiyorsun. Aşık olmayı marifet sanıyorsun hala millet aşka kıçıyla gülerken.

Hadi çocuk hadi topla kırılmış oyuncaklarını da yat artık. O tatlı titremeyle dal uykulara. Rüyanda iklim değişir Akdeniz olur belki. Bir ince ahmak ıslatan yağar altında keyfince sigara tüttürebileceğin.