31 Aralık 2011 Cumartesi

Aşk ve Devrim


Aşk ve Devrim… Şu değersiz hayatıma anlam katan iki anahtar sözcük. Bir mecburiyet misali yaşadığım şu hayata beni bağlayan, geleceğe hep umutla bakmamı sağlayan, beni besleyen kaynaklarım… Umutlandıran ama mutluluk vaat etmeyen iki zirve. Mutluluk vaat etmiyorlar zira ikisine de çok zor yollardan çıkılıyor. O zirveye tırmanabilmek için kaç sefer düşüp kaç sefer paramparça olacağın belli değil. Yine de-benim için- uğrunda mücadele vermekten bıkmayacağım şeyler.

Hal böyle olunca adı “Aşk ve Devrim” olan bir filme insan çok çok çok acayip beklentilerle gidiyor. Ve kendisine bu kadar iddialı bir ad seçen film maalesef bu iki sözcüğün altında ezim ezim eziliyor.

Filmle ilgili şahsi kanaatim filmin başarısız bir film olmadığı yönünde. Evet, hayal kırıklığına uğradım ama bu beklentilerimle ilgiliydi. Bir filmi iyi ya da kötü yapan ise seyirci kitlesinin beklentileri değildir sonuçta. Bu filmin adı “Aşk ve Devrim” değil de başka bir şey olsaydı belki hayal kırıklığı yaratmaz hatta takdir bile toplayabilirdi. Adında böyle iki kallavi kavramı fütursuzca kullanarak büyük bir hata yapmış filmi yapanlar. Çünkü filmin her iki kavram için de sağlam bir söylemi yok. Filmi izledikten sonra içiniz umutla ve dövüşme arzusuyla dolmuyor. Omuzlarınız düşük çıkıyorsunuz salondan.

Peki tüm bunlara rağmen filmi neden başarısız bulmadığımı söyleyeyim. Çünkü filmin öyle ya da böyle bir söylemi var. Sol cenaha dair ciddiye alınması gereken tespitler ve eleştirilerle dolu filmimiz. Filme giderken bir beklentiyle gitmiştim ama aynı zamanda kaygılarım da vardı. İnşallah çok fazla ajitasyona boğmamışlardır filmi diye düşünüyordum. Elbette ki sol geleneğe dair saygı duruşu niteliğinde pek çok sahne vardı filmde; ama işin güzel tarafı ajitasyondan ziyade eleştirel bakış buldum filmde, onun da dozajı bazı yerlerde kaçırılmış maalesef. Dahası eleştiriler-tespitler geçerli ve doğru olmasına rağmen sol camianın fazlaca karikatürize edilmiş olması bu eleştirilerin kıymet-i harbiyesini azaltıyor. Bu bağlamda çok eleştirileceğini düşünüyorum bu filmin. Özellikle Türkiye solunun bu filme öfkeleneceğini, beğenmeyeceğini ve dışlayacağını tahmin ediyorum.

Sinema tarihinde hiç kimseye yaranamayan filmler vardır. Bu film de o kategorideki yerini alacaktır.

20 Aralık 2011 Salı

Yanıtsız Soru



“Müsaitseniz Size Şiir Okumaya Geleceğiz” diye bir şey yazmıştım blogda, geçen sene bu zamanlar. Böyle bir şeyin hayalini kurmuştum ; gelgelelim hiçbir zaman iyi bir şiir okuyucusu olamadım. Kitaplığımdaki şiir kitapları boynu bükük bir azınlıktan ibaret. Ezberimde hiç şiir yoktur örneğin ya da şiirlerini su gibi içtiğim bir şair yoktur dünyamda. Yine de severim şiiri, yakın durmaya çalışırım bazı dönemlerde. İhtiyaç baş gösterir zira. “Şiir yazanın değil ihtiyaç duyanındır.“demişti birisi, hatırlayamadım kimdi.

Kitapçıları dolaşırken de şiir kitaplarının bulunduğu bölümler nadir uğradığım yerlerdir. Bugün Sarissa’da kitapları mıncıklarken elim Dağlarca’nın bir kitabına gidiverdi, nedendir bilinmez. Rastgele bir sayfa açtım ve karşıma çıkan ilk şiiri okudum-ki şiir okumanın en keyifli tarafı bu bence, bir romanın herhangi bir sayfasını açıp okuyamazsınız mesela-.

Ve karşıma çıkan güzel şiirin hatırına alıverdim o kitabı. Kitaplığımdaki ilk dağlarca kitabını şu alttaki şiire borçluyum.

YANITSIZ SORU
En az
Bir tek hayvanı sever
Hayvanlara en uzak duranımız bile
----
Peki neden
Kendi ulusundan başka
Bir tek ulusu bile sevmez
İnsanlara en yakın duranımız bizim
----
Ne hayvandır belki
Ne insandır belki
Yaşamamaktır belki

10 Aralık 2011 Cumartesi

Aşka Aşık Olmak


Aşk ne zamandır var..?? İlk insandan beri olabilir mi. Teorik olarak mümkün. İlk insanlar olan Adem ve Havva karşı cinsin birer temsilcisi olduklarına göre, mümkün bu ihtimal. Adem’in Havva’ya karşı hissettiklerine aşk mı demeli yoksa, herhangi iki karşı cins arasındaki cinsel çekimle mi açıklamalı olayı. Sonuçta seçme şansı olsaydı belki de Havva’yı seçmeyecekti. Olayı niye Adem üzerinden tartıştığım bazılarına dert olacaksa eğer açıklaması basit. Bir meyve uğruna kandırılan Adem’di de o yüzden..Hani Cüneyt Ergün diyor ya şarkısında: “Bir meyve uğruna yorma beni, sevgilim ben Adem değilim.”

Aşk fail-i malum bir vakadır. Bu vakada bazıları maktul olur bazıları da katil. Bazıları ölünce huzura kavuşur, bazıları ölüp ölüp dirilmeyi tekrar tekrar ölmeyi tercih eder.

Neyse konuyu dağıtmayalım. Aşk ne zaman başladı, ilk kim aşık oldu, nereden çıktı bu ihtiyaç bunu sorguluyorduk. Adem’in Havva’ya-Havva’nın Adem’e ya da en genel açıklamasıyla karşı cinslerin birbirilerine-duyduğu cinsel açlık/ihtiyaç bunu açıklamaya yetmiyor bence.

Aşkı hep cinsellikten ötede başka bir yerde konumlandırdım. Aksi bir düşünceyi kabul etmedim. Zira Aşka/Sevgiye salt çiftleşme ihtiyacı gözüyle bakmak insanoğlunun milyarlarca yıllık gelişimine ters düşüyor gibi. Hayvanlardan insanı ayıran noktalardan biridir aşk. Hayvanlar da çifttir, çiftleşir; ama doğal seleksiyonu, evrim teorilerini filan bir tarafa koyarsak hayvan milyarlarca yıl öncekiyle aynı şekilde sürdürmektedir hayatını. Temelde insan da böyledir ve gelişmiş bir hayvan yaşamı sürmektedir; lakin insanoğlunun eriştiği noktayı göz önünde bulundurduğumuzda gelişmenin boyutlarını görmek mümkündür. Böylesine karmakarışık bir canlının bir takım duygularını sadece insani birtakım ihtiyaçlar hiyerarşisi içinde açkılamak sığ bir bakış açısıdır.

Bu yüzdendir ki aşk ulvi bir duygudur. Yine bu yüzdendir ki karşı cinse hissettiğimiz ve tanımlayamadığımız duyguyu yaradan için de hissederiz. Yaradana da aşık olur insan ve hatta sadece hayata da.. ve dünyaya can veren herhangi bir olguya da.

Aşk üzerine en çok kelam edilmiş, hakkında en çok yazılmış/çizilmiş duygudur yeryüzünde. O yüzden benim söylediklerim bir tekrardır esasında ve gereksizdir de belki. Ama aslında tam da burada değer kazanır bu yazılanlar. Çünkü onca kelama, onca yazıya/çiziye rağmen çözen yoktur bu bilmeceyi.

İnsanoğlunun en büyük sırlarından olmaya devam edecektir aşk. Hala bir şeylere inanmanın erdemine inanan insanlar olduğu sürece. Ve belki de hiçbir zaman çözülemeyecektir ne menem bir şey olduğu bilim ve teknik ne kadar ilerlese de.

Ve iki ile ikinin dört ettiği kadar kesin bir şey varsa o da aşk insanlığın sonuna kadar onunla birlikte yaşayacaktır. Pek çok insan yine lanet edecektir aşka, pek çokları hiç inanmayacaktır; zira aşk mutluluk vaat etmez insana.

Onlar öyle zannedecektir; çünkü aşkı bireylere indirgemek hatasına düşmüşlerdir. Aşkı bireylere indirgemek ise onu iki cins arasındaki çekimden ibaret görmektir. Ve her çekim bir gün bitecektir; ama aşk bitmez. Ezginin Günlüğü’nün o güzel parçasında dediği gibi “aşk hiç biter mi.” Bitmez. Bazen bir takvimde kalır, bazen bir çocuk bakışında, bazen bir durakta, bazen de bir vapur bacasında.

Biten olsa olsa iki insan arasındaki çekimdir, muhabbettir ya da somut tabiriyle ilişkidir. Aşka aşık olmayanlar ise bunu hiçbir zaman çözemez. Aşık olunacak şey aşkın kendisidir. Hele ki dünya bu kadar kirli, bu kadar sıradan ve ucuz bir yer haline gelmişken.