8 Mart 2019 Cuma

O BİR KLASİK – NOTRE DAME’IN KAMBURU



“Aşk bir ağaç gibidir: Kendiliğinden yetişir, kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini sarar ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder. Bu tutkunun ne kadar körse, o kadar inatçı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Kendi içinde tutarlı olmadığında daha güçlüdür.”


Böyle tanımlıyor aşkı Victor Hugo, Notre Dame’ın Kamburu’nda.
Ünü, bilinirliği yüksek kitaplar vardır. Bu kitaplar o kadar ünlüdür ki okumasanız da kitaba dair çok şey bilirsiniz. Karakterlerini tanırsınız, konusuna dair bir fikriniz vardır mesela.


NDK de bunlardan biri. Filmlere, müzikallere, animasyonlara, oyunlara konu olmuştur. Quasimodo ve Esmeralda isimleri kulağınıza çalınmıştır bir şekilde. Belki de bu yüzdendir ki bu romanı okumayı hiç düşünmemiştim.(Belki de zihnimin bir yanı zaten okuduğunu düşünüyordu; izlediklerinden, duyduklarından kaynaklı.) Ta ki arkadaşım Berduş, NDK’yi aynı anda okuyup, üzerine konuşalım mı teklifiyle gelene kadar.


Victor Hugo’nun Sefiller’ini 18 yaşında okumuştum(orijinal metin, yaklaşık 2000 sayfa) ve feleğim şaşmıştı. Edebiyatın kuru bir olay örgüsü anlatısının ötesinde olduğunu anlamıştım. NDK’yi ise iyi ki o yaşlarda değil de şimdi okumuşum. NDK hiç de öyle basit bir kitap değil. 600 sayfaya yaklaşan hacmiyle kallavi, anlatımı ve üslubuyla oturaklı, gerçekçiliğiyle oldukça sert bir kitap.


Kitabımız edebiyat tarihinin en görkemli aşıklarına sahip. Zangoç Quasimodo, Çingene Kızı Esmeralda, Rahip Frollo ve Yüzbaşı Phoebus dörtlüsünün içinde olduğu çok bilinmezli bir aşk sarmalı söz konusu. Başta yaptığım alıntıda dile getirildiği üzere “aşk” insanı körleştiren, manyaklaştıran bir duygu. Bence tam da bu yüzden, karşılığını bulan değil de bulamayan aşklar aşk dağının en zirvesine çıkabiliyorlar. Ve ben de bu kitaptaki gibi bir aşık ne duydum ne de gördüm. Merak mı ettiniz? Maçanız sıkıyorsa, gözünüz yiyorsa oturun, okuyun bakalım.


Kitabın kallavi ve zor bir kitap olduğunu söylemiştik yukarıda. Sabırsız okurlara göre değil hiç. Özellikle Paris’in ıncığıyla cıncığıyla anlatıldığı bölümleri okumak falan ciddi sabır işi. Hoş, Paris’i az buçuk tanıyan ya da ilgi duyanlar için okuması zevkli bölümler de olabilir bunlar, bilemeyiz.


Kitapta, bir mimari-matbaa karşılaştırması var ki tek kelimeyle muhteşem. Bu bölüm, kitabın genelinden bağımsız olarak başlı başına bir makale niteliğinde ve harika tespitlerle dolu.


Kitaptaki ironi ve mizahla yüklü kısımlar da cabası. Özellikle dönemin siyaseti ve din kurumu üzerine yapılan bu ironi ve mizahla yukarıda bahsettiğimiz o tek başına bir makale olan bölümleri düşündüğünüzde bu eserin neden “klasikler” arasında anıldığını daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Yine de hiç kuşkusuz bu eserin odağında “aşk” var. Pek çok izledim, okudum, tecrübe ettim; ama ben bu kitaptaki gibi bir aşk görmedim. Sabırlı okurlara, klasikseverlere, Sefiller’i okumuşlara, Paris ve Fransa meraklılarına tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder