6 Ocak 2020 Pazartesi

Yaşasın Anılar Yaşasın Dinozorlar




Mîna Urgan’ın yaşamını anlattığı “Bir Dinozorun Anıları” kayıtsız kalınamayacak bir kitap. Kitabı okumadan önce hiç tanımadığınız Mîna Urgan’ı neredeyse her yönüyle tanır hale geliyorsunuz kitabı okuduktan sonra ve tanıştığınıza da memnun oluyorsunuz üstelik. Zira Mîna Urgan’ın ilgi çekici bir kişiliği ve çok ilginç bir hayatı var. İlgi çekici bir kişiliği var çünkü kadın olmanın başlı başına bir zorluk olduğu memleketimizde kadın kimliğinden hiç ödün vermeden dimdik bir hayat sürmüş. Çalışkan, üretken ve mücadeleci bir kişiliği var. Zıpır da bir insan kendisi, anılarından anladığımız üzere ele avuca sığmayan bir insanmış. Herkesle dost olup kendisini sevdirdiği için şeytan tüyü taşıdığını da söyleyebiliriz sanırım. Toplumsal konulara hep ilgi duymuş, tarafını hep belli etmiş; öncesinde TİP üyesi sonrasında ÖDP üyesi, inançlı bir sosyalist olarak sürdürmüş hayatını. Tanrıtanımazlığını hiç saklamamış, bunun da mücadelesini vermiş biri. Herkes gibi zaafları, bolca arızaları da olan biri ama dediğim gibi herkes gibi; hepimizde ne kadar varsa onda da o kadar var. Uzunca bir sürmüş ve bir gün ömrünün sonuna doğru, kendi tabiriyle bir dinozor* olduğunda oturup bu güzel anılarını yazmış. İyi ki de yazmış.

Kişiliği kadar ilginç hatta kişiliğinden daha ilginç de bir hayatı var. Kendisinin mücadeleciliğinden bahsettik övgüyle lakin “şanslı” biri olduğunu da es geçmemek gerekir. Tüm o güzel şeyleri başarabilmesini sağlayan bir avantajla gelmiş dünyaya. İstanbul’da, varlıklı ve köklü bir ailede doğmak başlı başına bir şans. Yani maça 1-0 önde başlarsanız, yani bir tuzu kuruysanız bir şeyleri başarmanız daha kolaydır. Köklü bir aileden geliyor dedik mesela. Hem öz babası Tahsin Nahit hem de üvey babası Falih Rıfkı Atay, döneminin önemli yazarları. Anne tarafı keza, varlıklı ve köklü bir aile. Mîna Urgan’ın annesi Şefika Hanım ise başlı başına bir fenomen. Yaptığı, söylediği her sözü adeta bir filozofun ağzından çıkma. Döneminin ilerisinde aydın bir babanın kızı olduğu için şanslı bir insan sayabileceğimiz ve babası sayesinde Avrupa gören, pek çok insan tanıyan, dil öğrenen Şefika Hanım; kızı Mîna Urgan gibi, üniversiteler okuyup profesör olmamış ama kitapta anlatılanlardan anladığımız kadarıyla hayat üniversitesinde ordinaryüs yapılacak bir insan. Zaten yazar da annesi için “diplomasız filozof” tabirini kullanıyor. Köklü bir aileden gelmesinin en büyük nimetlerinden biri de sanırım dönemin önemli pek çok yazarını, sanatçısını tanıma fırsatı bulmuş olması. Dönemin büyük edebiyatçılarıyla (Yahya Kemal, Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Halide Edip vs.) ilgili de gerçekten bomba anıları var. Anlatmıyorum ki merak edip okuyun.

Cumhuriyet tarihimizin canlı bir tanığı olan Urgan’ın çağdaşı olup da tanımadığı, arkadaş olmadığı kimse yok gibi (Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Sait Faik vs.). Hepsiyle de bir dolu anısı var. Atatürk’le bile dans etmiş. Ötesi var mı?

Kitap altı çizilecek bir sürü şahane cümle ve anekdot da barındırmakta. Urgan’ın hayata ve insanlığa dair çok yerinde tespitleri var. Mizahi ve renkli dili, kıvrak kalemi kitabı çok kolay okunur hale getirmiş. Sıkılmadan okuyorsunuz, su gibi akıyor. Anı okumayı sevenlerin mutlaka okuması gerekir. Bu arada anı demişken, konuyu “anı” türüne dokunarak bitirelim.

Anı yazıları, bir edebi tür olmanın yanı sıra önemli birer tarihi belgedir de aynı zamanda. Mesela, Urgan’ın kitabını okuduğunuzda Türk siyasal tarihini bilmeyen biriyseniz eğer pek çok şey öğrenirsiniz. Bahsedilen olaylarla ilgili araştırma isteği uyandırır bu durum sizde. (6-7 Eylül Olayları, Varlık Vergisi, 27 Mayıs Darbesi, 147’liler, Kanlı 1 Mayıs, vb.) O yüzden yaptığı meslek ne olursa olsun, yazma pratiği olan her insan, oturup anılarını yazmalıdır. Yazmayı beceremeyen ama önemli dönemleri görmüş, önemli olayları yaşamış insanlar da anılarını usta kalemlere yazdırmalıdır. Kitabın girişinde Mîna Urgan da çok güzel bir şekilde değiniyor buna: “Anılarımı yazmaya başlarken seksen iki yaşına bastım. Bu işi tamamlamaya ömrüm vefa eder mi bilemem. Ama bunu deneyeceğim mutlaka. Çünkü belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yazmasını yararlı buluyorum. Köşedeki bakkal gördüklerini kaydetse, sokağındaki evlerin nasıl apartmanlaştığını, orada oturanların ne gibi değişimlere uğradığını, kendi bakkaliyesinin nasıl markete dönüştüğünü anlatsa, bunlar bile ilginç olur bana kalırsa.”
*Dinozor: Çok yaşlı kimseler için kullanılır. Mecazen çağın gerisinde kalmış, kendini yenileyememiş manasındadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder