26 Temmuz 2010 Pazartesi

Hayatın gerçekleri roman kurgularından daha acımasız*

Çöplüğün Generali Oya Baydar’ ın son kitabı, 2009 yılında yayınlanmış. Bu roman Oya Baydar’ la tanışmamı sağlamış oldu, bu kadar geç tanıştığım için de bir hayli hayıflandım doğrusu.

Baydar’ ın kıvrak ve zeki bir üslubu var. Sözcüklere ve dile iyi hükmediyor. Dilin yaşayan bir organizma olduğunu görmezlikten gelmemiş, günümüz konuşma dilinin örneklerini de gayet yaraşır şekilde kullanabilmiş.



Kitabın konusu kısaca şöyle: Hayali bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda, adına büyük deprem ya da büyük patlama denilen bir olay gerçekleşir. O patlamadan sonra o ülkede daha sistemli ve güvenli yeni bir toplum yaratılır. İnsanların etliye sütlüye karışmadığı, sadece kendi işleriyle uğraştığı, bir şeyi irdelememenin ve kurcalamamanın erdem sayıldığı bir toplumdur bu. Bir gün, beynin hatırlama ve unutma üzerindeki etkilerini araştıran bir doktorun bir sempozyuma giderken yolunu şaşırması ve insanlardan gizlenmiş, tecrit edilmiş bir bölgeyi tesadüfen keşfetmesiyle birlikte olaylar gelişir. Birkaç arkadaşıyla birlikte niçin hiç kimsenin geçmişteki büyük patlama/depremle ilgili hiçbir şey hatırlamadığını ve tarihin o dilimiyle ilgili niçin çok az kaynak bulunduğunu sorgulamaya başlarlar ve giriştikleri maceralı araştırmalar sonucunda geçmişteki bazı olayların, bilgilerin bilerek insanlardan saklandığına ve unutturulduğuna ulaşırlar. Yoksulluktan, yoksunluktan, mağduriyetten kaynaklanan bir kurtuluş bulurlar*. Bundan sonraki hedefleri gerçekleri insanlara açıklamak ve onları aydınlatmaktır.

Olayların bilinmeyen bir ülkede geçmesi bir alegori ama biz oranın neresi olduğunu gayet iyi biliyoruz zaten. Oya Baydar’ ın romanı birçok farklı türün güzel bir karışımı. Heyecanı zaman zaman yükselen atmosferiyle bir macera romanını, gelecekteki toplum kurgusuyla bir bilim-kurgu romanını anımsatıyor okuyucuya. Ama bunların ötesinde toplumcu-gerçekçi bir roman Çöplüğün Generali. Kitap, roman içinde roman tekniğiyle yazılmış. Bu sayede kitabı iki bölüme ayırabiliriz. Büyük Patlama’dan sonraki bölüm doktorun ağzından aktarılıyor. Kitabın ilk bölümü ise Büyük Patlama’dan önce bir yazarın yarım bıraktığı roman taslağından oluşuyor. Yazarın roman taslağından küçük küçük hikayeler okuyoruz. Hepsindeki ortak figür çöplüklere atılmış, boş arazilere gömülmüş/saklanmış bombalar, silahlar, mermiler vs. ve onların yol açtığı patlamalar… Pek de yabancı gelmiyor bize bu boş arazilere gömülmüş mühimmat meselesi. O bilinmeyen ülkenin neresi olduğu malum demiştik. Hafızamızı şöyle bir kurcalarsak çok uzağa gitmeden daha geçtiğimiz birkaç sene içinde, Ergenekon davası sürecinde gömülmüş/saklanmış birçok mühimmat ortaya çıkarıldığını hatırlarsınız.

Oya Baydar da kendine bu olayları çıkış noktası olarak almış ve hâlâ sıcak olduğu ve henüz sonuçlanmadığı için çoğu kişinin üzerinde konuşmaktan çekindiği, yazın malzemesi olarak kullanmaktan kaçındığı bir konuyu deşmiş. Baydar, devlet içindeki bu derin yapılanmaların insan haklarını ihlal ettiğinin, hak ve özgürlükleri türlü dalaverelerle kısıtladığının altını çizmiş bir yandan da tüm bunları yaparken insanları toplumsal bir bellek yitimine uğrattıklarını, her şeyin unutturulduğunu, belleksiz ve belleksiz olduğu için de sorgulayamayan bir insanlık yaratılmak istendiğine dikkat çekmiş. Devlet içindeki derin yapılanmaların dışında güncel bir başka mevzuu olan büyük ölçekli salgın hastalıkları da gayet ustalıkla yedirmiş romanın içine yazar. İnsanların belleğini yok etmek ve unutturmak için bulaşıcı mutant virüsler üretilmesi fikri filan gayet ilgi çekiciydi.



Toplumsal konularla bu kadar haşır neşir olan yazarımızın ilginç de bir yaşam öyküsü var.
1960’ların ikinci yarısında hızlanan öğrenci hareketleri içinde doğrudan olmasa da önemli bir payı var Oya Baydar’ın. O zamanlar İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde asistan olarak görev yapan Baydar “Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu “ adlı doktora tezini sunuyor ama tezi Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddediliyor. Bunun üzerine Deniz Gezmiş’in de önderlik ettiği öğrenci grupları protesto için rektörlüğü işgal ediyorlar ve bu Türk siyasi tarihinde ilk üniversite işgali oluyor ki sonrasında da öğrenci hareketini ateşleyen hareketlerden biri oluyor. İşte bu olayla birlikte henüz genç bir akademisyenken siyasetle yolu kesişen Baydar yıllarca sol gelenek içinde aktif olarak siyaset yapıyor, hatta bu siyasi faaliyetlerden ötürü 12 Eylül darbesi sonrası 12 yıl yurtdışında yaşamak zorunda kalıyor. Tekrar ülkeye döndükten sonra ise ilk göz ağrısı olan edebiyat alanında ürünler vermeye başlıyor.

Eylemci bir siyasi geleneğin içinden geliyor olmasının getirdiği bir hassasiyet var romanında. Diğer romanlarını henüz okumadığım için yorum yapma olanağım yok lakin bu kitap için bu yorumu kesinlikle yapabilirim.

Günceli yakalayabilen ve sıkı eleştirilerle dolu bu fantastik kitabı kitapseverlere tavsiye ederim.


(Bunlara da bakılabilir:http://hertaraf.net/oya-baydarcoplugun-generali

http://www.oyabaydar.com/)


*:Yıldızlı cümleler romandan alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder