3 Şubat 2019 Pazar
FABRİKA AYARLARINA DÖNMENİN ÖZLEMİNDE BİR KAHRAMAN
Hangi roman kahramanının yerinde olmak isterdin diye sorsanız, epeyce bir süre düşünmem gerekecektir. Zira hayatına öyküneceğim bir dolu roman kahramanı vardır muhtemelen. Hangi roman kahramanının yerinde olmak istemezsin diye sorulduğunda cevaplamak daha kolaylaşıyor soruyu. Ölümden, felaketten, beladan uzak olmak insanın temel hayatta kalma motivasyonları, hal böyle olunca sıkıntılar içerisindeki bir roman kahramanını seçmek kolay bir iş. Kim bir sabah böceğe dönüşmüş olarak uyanan Gregor Samsa olmak ister? Sefalet içerisinde ve korkunun pençesinde yaşayan Raskolnikov’a öykünen var mıdır acaba? Mesela Beyaz Gemi’deki Mümin Dede olmak isteyeceğinizi hiç sanmıyorum.
Benim bu konudaki listemin başında artık Hayri İrdal yer alıyor. Emin olun, Hayri İrdal’ınki gibi bir hayatınız olsun istemezsiniz. Hayri İrdal kim mi? Hayri İrdal, Halit Ayarcı’nın sağ kolu, Doktor Ramiz’in kobayı, rahmetli Emine’nin dul kocası, aklı bir karış havada Pakize Hanım’ın yeni kocası, Selma Hanım’ın sevgilisi, Zehra ile Ahmet’in uzaktan babası, Zarife Hanımefendinin hayırsız ve de faydasız yeğeni, İspritizma Cemiyeti’nin muhasebecisi, Mübarek’in üçüncü kuşak sahibi, Nuri Efendi’nin yetenekli ama ilgisiz çırağı, Abdüsselam Bey’in zoraki varisi, Şeyh Ahmet Zamanî’nin kaşifi ve müellifi, nihayet Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün her şeyi… Velhasılı Hayri İrdal, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının başkahramanı. Kendisi olabilmek dışında her şey olan bir ademoğlu… Hayri İrdal, rüzgarın önüne katıp götürdüğü bir çalı misali oradan oraya savruluyor roman boyunca. Neredeyse hayatıyla ilgili hiçbir şeye kendisi karar veremiyor. Türlü aksaklıklar, yanlış anlamalar, iteklemeler, yakıştırmalar, dayatmalar, tesadüfler Hayri İrdal’ı inanılması güç-ne gücü imkansız-olayların ortasında bırakıyor. Kahramanımızın durumu herkesin deli olduğu bir yerde akıllı olmak misali. Malum herkesin deli olduğu yerde asıl deli muamelesini görecek olan yegane akıllı kişidir.
Hayri İrdal en temelde hürriyetini yitirmiş bir insan. Bu “hürriyet” meselesi esasında yazarın çokça ilgilendiği ama direkt olarak söylemeyip sezdirdiği ve romanın içine yedirdiği temel konulardan birini oluşturuyor bana göre.
Romanımızın başkahramanı Hayri İrdal romanın ilk bölümünde şöyle diyor: “Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti. Bu kelimeyi bugün sadece siyasi manasında kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki hiçbir zaman mânasını anlayamayacaklardır. Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır.”
Sonra da şunu ekliyor: “O, bana hiçbir şeye sahip olmadan, hiçbir şeye aldırmadan yaşamayı öğretti.” O diye bahsettiği hiç kuşkusuz kahramanımızın hürriyeti.
Hürriyet kavramının ele alınışı ve yaşanışı bugün de böyle değil midir? Sistemlerden, hükümetlerden, yasalardan hürriyet bekliyoruz. Hürriyet fikrini öncelikle insanların beynine yerleştirmemiz gerektiğini unutarak… Birbirini anlamayan, anlama çabası içerisinde olmayan, yalandan örülü gerçeklerinde yaşayan insanlar; birbirlerinin hürriyet alanına riayet etmezken onların oluşturduğu sistemlerden, hükümetlerden ve yasalardan hürriyet beklemek beyhude. Neyse konuyu dağıtmadan şunu da söyleyelim; aslında bu anlamda hepimiz yazarla ve başkahramanımızla aynı kaderi paylaşıyoruz. Çocukluğumuz bitiyor; yetişkinlerin o can sıkıcı, hesapçı, çıkarcı dünyasına karıştıktan sonra çocukluğumuzun ayrıcalığı olan hürriyetimiz de uçup gidiyor. İstemediğimiz işler yapıp, istemediğimiz insanlarla muhatap olup, istemediğimiz bir hayatı yaşayarak ömür denen film şeridini dolduruyoruz.
Kahramanımız romanın bir yerinde şöyle diyor: “Elbette birinden biri iyi gelecek ve ben de etrafımdakilere benzeyecektim. Muhakkak benzemeliydim. Benzemezsem yaşamak çok güçtü.”
İşte bizler de kahramanımız Hayri İrdal gibi diğerlerine benzemeye ve bu şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Becerebiliyor muyuz tartışılır. Peki Hayri İrdal becerebildi mi? Velinimetim dediği Halit Ayarcı oyunbozanlık yapmasaydı belki de becerecekti? Belki de Hayri İrdal’ın içindeki Yaşar Yaşamaz ortaya çıkacaktı. Kim bilir?
FABRİKA AYARLARIMIZA DÖNMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, barındırdığı gerçeküstü atmosfere rağmen bir döneme etiketlenebilecek bir roman. Çünkü bir dönemi yakaladığını söyleyebiliriz. Romanın yazıldığı tarihi bilmeseniz de büyük değişimlerin yaşandığı 1950’lerin hemen öncesi ya da sonrası olduğu konusunda bir tahmin yürütebiliyorsunuz. İnsanların haber almak için gazete okuduğu, hatta gazetelerin gündemi belirlediği bir dönem. İnsanların en fakirinden en zenginine kadar birbirinden çok uzak olmadığı sosyal sınıfların birbirine yakın olduğu bir dönem. İnsanların insan ilişkilerinde daha incelikli ve mesafeli bir düzeye sahip olduğu bir dönem. Eskiyle yeni arasında, gelenekselle modern arasında kalınmış bir dönem. Bir yanda hurafeler, bir yanda psikanaliz. Torpilin, adamcılığın, pervasız girişimciliğin ve anlamsız cesaretin geçer akçe olduğu bir nevi küçük Amerikan rüyası yaşanan, henüz sınıf bilincinin emeklediği bir Türkiye manzarası.
Neyse laf kalabalığı yapmadan şunu sorayım: Saatleri Ayarlama Enstitüsü günümüzde yazılabilir miydi? Bence yazılamazdı. Yazılamazdı düşüncemi temellendiren şey aslında tam da bahsettiğimiz dönemi yakalamak mevzusuyla ilgili. Teknoloji ve internet bombardımanı ve kirliliği sonrası hem toplumsal hem ekonomik şartları değişmiş bir coğrafyanın 50 yıl öncesiyle ne kadar ortak noktası olabilir ki! Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün dönemi yakalamaktı başarısı bu yüzden tekrarlanamaz.
Günümüzde geçen; romandakilere benzeyen çıkarcı, bencil kahramanlarla bezeli bir dünya yaratmak mümkün. Gerçekliğinden kimse şüphe etmez. Gelgelelim kitaptakine benzer “zaman-saat-insan” üçlemeli bir felsefi yaklaşım günümüz Türkiye’sinden çıkar mı şüpheliyim. Olsa olsa “zamansızlık-sosyal medya-yalnızlaşma” eksenli bir kısır döngü çıkar gibi geliyor bana.
SON SÖZ
Yazdıklarımın bir kitap değerlendirmesi/kritiği olmaktan uzak olduğunun farkındayım. Tanpınar’ın yoğun, zengin ve etkileyici anlatımının; sürprizlerle dolu, ironik ve felsefi kurgusunun altında kalmadan bu kitabı değerlendirmenin bir yolunu bulamadım. Yine de zamana, hayata, insanlar arası ilişkilere, toplumsal kavramlara ve hatta aşka ilişkin bir dolu özgün fikrin, yorumun ve yaklaşımın bulunduğu bu kitabı yıllar boyu kafamda defalarca kez eleştireceğimden eminim.
NOT: Bu yazıyı iki sene önce yazmış ama sosyal medyada yayınlamamıştım. Sebebi, bir proje doğrultusunda, milli eğitimin bir dergisinde yayınlanmak üzere yazılmış olmasıydı.
NOT 2: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 3 kere okuduğum ilk kitap oldu. Sonuncusu geçen hafta gerçekleşti. Ömrümün sonuna kadar her sene bir sefer daha okumaya karar verdim. O derece seviyorum. 😁
NOT 3: Tekrar tekrar okumuşken niye yeni yazmadım bilmiyorum. Okuması çok zevkli ama üstüne söz söylemesi zor bir kitap olduğundan belki. Belki de 10. okuyuşum şerefine falan özel bir yazı yazarım ileride. 😄
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder