13 Temmuz 2019 Cumartesi

HER ŞEYLE UĞRAŞAN ADAM




(Yaşar Kemal’in Ölmez Otu’nu kütüphane görevlisine teslim ettikten sonra rafların arasında şöyle bir dolandım. Sıradaki kitabımın ne olacağına karar vererek gelmemiştim bu sefer kütüphaneye. Sene boyu çoğunlukla okuma grubumuzun listesine sadık kalmaya çalışmış ama bir yerden sonra rotadan çıkmış kendi rotamı belirleme yoluna gitmiştim. Zira daha önce okuduğum kitaplar üst üste denk gelmişti listede. Sıradaki kitap da Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ıydı. Okumuştum yaklaşık bir 10 yıl önce. Tutunamayanlar tekrar tekrar okunmayı hak eden bir kitaptı lakin şu anda onu tekrar okuyacak kadar dingin bir kafaya sahip değildim. Yine de neden bir Oğuz Atay okuması yapmayayım ki diye düşündüm. Gerçi “Tehlikeli Oyunlar” ve “Korkuyu Beklerken”i de okumuştum. Yani Oğuz Atay külliyatının ağır toplarını zaten okumuştum. İşte o sırada elim raflar arasında “Bir Bilim Adamının Romanı”na uzandı.)


“Bir Bilim Adamının Romanı:Mustafa İnan” adından da anlaşıldığı üzere bir bilim adamının-Mustafa İnan’ın-hayat hikayesini anlatan bir roman. Yani biyografik bir roman. Biyografik romanlar günümüzde çok revaçta. Kolay okunmaları sayesinde okurların tercih ettiği bir tür. Ben de severim. Sanırım, iyi bir araştırma, eleme süreci yürüttüyseniz yazar için de tercih edilmesi mantıklı bir tür. Aman ilginç bir konu bulayım, şahane bir kurgu yapayım da okuyucunun aklını alayım gibi bir dert yok. Malzeme ortada. Oh mis! Yaz gitsin. Bunlar latife tabi. Özellikle toplum tarafından tanınması elzem kişiliklerin hayatının romanlaştırılması bence güzel bir şey ve bu işe soyunanlara da saygı duyuyorum.


Lakin bu romanın yazıldığı tarihlerde bu tarz romanlara pek rastlanmıyor. Aslında Oğuz Atay’ın da böyle bir niyeti yok. Bu bir ısmarlama roman. Bunu önsözden-Cahit Arf’ın-kaleminden öğreniyoruz. O dönemin TÜBİTAK’ı tarafından desteklenen bir proje bu. Türkiye’de yetişmiş, gelecek nesillere tanıtılmasının gerekli olduğu düşünülen bilim insanlarının hayatını romanlaştırıp piyasaya sürmeyi öngören bir projeden bahsediyoruz. Proje uzun süre hayata geçirilememiş, hatta sanırım bu roman da bu projenin tek ürünü olarak kalmış. Projenin uzun süre hayata geçirilememesinin temel sebebi ise bu bilim insanlarını anlatabilecek yetkinlikte ve içerisinde en azından bir “bilim coşkusu” taşıyan yazar bulmakta zorlanılmış olması. Sonunda, kendisi de bir mühendis olan ve aynı zamanda Mustafa İnan’ın da öğrencisi olan Oğuz Atay’a kabul ettirilmiş romanı yazma işi. Çok da iyi olmuş bence. Mustafa İnan gibi özel ve ayrıksı bir insanın hayatını Oğuz Atay’ın kör gözüne parmağım demeden yaptığı ince toplum eleştirisiyle, kendine has kara mizahıyla, zeki ve kıvrak diliyle okumak büyük bir zevk. Cahit Arf, tam tamına düşlediğim bu değildi, diyor kitap için ama detayına da çok girmiyor. Koskoca ordinaryüs, bir bildiği vardır elbet, o kendi gözlüğüyle bakıp bir eksik görmüş ama ben bir okur olarak beğendiğimi söylemeliyim. Ve dediğim gibi Mustafa İnan’ı Oğuz Atay’ın yazması ayrı bir güzellik olmuş.


Mustafa İnan’ın ilham verici bir hayatı var. Kendisi İTÜ’nün eski adıyla Mühendis Mektebinin efsaneleşmiş bir hocası, profesörü. Efsane olmayı hak edecek bir birikime ve kişiliğe sahip olduğunu kitabı okumaya başlar başlamaz fark ediyorsunuz. Mustafa İnan’ın hayatı bir başarı hikâyesi olarak okunabilir. Ama sadece başarıya indirgemek bence yetersiz kalacaktır. Mustafa İnan’ın hayatında görülmesi, anlaşılması, benimsenmesi gereken pek çok nokta var. Bir bilim insanı nasıl olmalı, nasıl düşünmelidir? Bir bilim insanı aynı zamanda bir aydın mıdır, olmalı mıdır? Siyasete yaklaşmalı mıdır, uzak mı durmalıdır? gibi önemli sorulara cevap veriyor Mustafa İnan’ın hayatı. Kitapta “Her Şeyle Uğraşan Adam” şeklinde tanımlanan Mustafa İnan çok yönlü bir insanmış. Sürekli yeni şeyler öğrenmekten ve öğrenmekten haz duyan biriymiş. İnsanları ve dolayısıyla toplumu eğitmenin ve değiştirmenin sorumluluğunu hissetmiş hep. Ve bunu sadece kendi alanıyla yani mühendislikle sınırlı düşünmemiş; insanımıza sanatı, edebiyatı, iyi ve güzel yaşamayı da öğretmek gerektiğini düşünmüş. Merak etmeyen insanlarımıza merak etmeyi öğretmemiz gerektiğini söylemiş hep. Kendi tabiriyle “Doğu’yu tedirgin etmeden Batı’ya yaklaştırmamız gerektiğini” savunmuş. Büyük ideallerin mütevazı adamıymış Mustafa Hocamız. Herkesten Mustafa İnan gibi olmasını beklemek zor. Zira kitapta zikredilmese de Mustafa İnan’ın bir dahi olduğu aşikar. Gerçi artık dahilere dahi demiyoruz, yakın zamanda üstün zekalı demeye başlamıştık, şimdi onu da terk ettik ve üstün yetenekli birey diyoruz onlara. Profesör İnan da bunlardan biri. Çok yönlülüğünden, müthiş hafızasından ve öğrenme/öğretme kabiliyetlerinden anlıyoruz ki kendisi üstün bir birey. Üstün bireyler genellikle toplumun %2’sine falan tekabül ediyor. Bu %2’nin de büyük bir çoğunluğu harcanıp gidiyor. Yani her üstün yetenekli bireyden de faydalanamıyoruz. Hepimiz bir Mustafa İnan olabilir miyiz? Olamayız ama en azından Mustafa İnan gibilerini kendimize örnek almamız gerekiyor. Beklentimiz, insanlarımızın Mustafa İnan kadar başarılı olması olamaz zaten. İnsanımızdan beklentimiz Mustafa İnan kadar çalışkan olmaları olabilir, Mustafa İnan kadar mücadeleci, disiplinli, düşünceli, paylaşımcı ve hoşgörülü olmaları olabilir. Daha özele indirgersek, yani toplumu bırakıp bilim dünyasına dönersek, bu ülkede bilimle uğraşan insanların Mustafa İnan gibi mücadeleci, bilim coşkusuyla yoğrulmuş olmaları olabilir. Mustafa İnan bir ekol yaratmıştır. Onun gibi insanların ekolleri takip edilmeli, yeni ekoller ortaya çıkarılmalıdır. Bu aslında muasır medeniyetler seviyesine gelme mücadelesidir.


Mustafa İnan’ı yazma görevini Oğuz Atay’ın üstlenmiş olmasının çok isabetli olduğunu söylemiştim. Sadece Oğuz Atay’ın büyük bir edebiyatçı olmasından kaynaklanmıyor bu düşüncem. Oğuz Atay’la Mustafa İnan’ın birbirlerine çok benzemelerinden kaynaklanıyor bu söylemim. Benzeyen ne peki? Pek çok şey aslında. Bilime duydukları coşku, her şeyle ilgilenme huyları vs. ama en çok da kaderleri. İnan da Atay da görece erken yaşlarda aramızdan ayrılmışlar ve ikisi de hayattayken yaptıkları işlerle hak ettikleri şekilde takdir edilmemişler. İkisi de hakkınca anlaşılamamış. Ki işin bu boyutu çok önemlidir. Oğuz Atay, kitapta bunun üzerinde çok duruyor, Mustafa Hocanın Türkiye bilim dünyasında yerleştirmeye çalıştığı ekolün çok iyi kavranamadığını, herkesin onu alkışladığını ama kimsenin onun gibi taşın altına elini sokmadığını söylüyor. Bu çok önemli bir tespit. İnsanların taşın altına elini sokmaktan çekindiği bir memleketin ilerlemesi ve muasırlaşması hayalden öteye gitmeyecektir ki gitmemektedir zaten.


Aynı yalnız kalma ve anlaşılamama hadisesi sonrasında tıpkı hocası gibi Atay’ın da başına gelmiştir. Türk romancılığının sınırlarını zorlayan bu adam ancak öldükten sonra o da ululaştırılarak Türk romanındaki yerini alabilmiştir. Toplumcu gerçekçi olmadan, birey üzerinden de toplumsal eleştiri yapılabileceğini göstermiş, belli roman kalıplarının dışına çıkarak da büyük edebiyat yapılabileceğini kanıtlamıştır. Ululaştırılarak dedim çünkü bugün edebiyatımızda müthiş bir Oğuz Atay kültü yaratılmıştır. Çok büyük olduğu su götürmez ama “Tutunamayanlar”ı ya da “Tehlikeli Oyunlar”ı okuyan insanların kaçı gerçekten Oğuz Atay’ın midesini bulandıran o dünyayı ellerinin tersiyle itebilecek kadar cesurdur. Neyse, bu konu başka bir yazının konusu olabilecek kadar geniş. Bu konuya dalmadan önce sözü bağlayalım.


Mustafa İnan, hakkı yaşarken teslim edilememiş, kıymeti tam anlaşılamamış bir değerimiz. Aslında etrafında hep bir dolu insan olmuş, hep büyük saygı da görmüş. Öğrencisinden, hocasına, siyasetçisinden, sanatçısına herkes onun meclisinde bulunmaktan, onu dinlemekten herkes büyük zevk duymuş. Ama onu anlamak yerine onu yüceltmeyi ve efsaneleştirmeyi seçmişler. Onu özellikle bilimle uğraşanların, mühendislik okuyanların tanıması ve anlaması gerekiyor. En çok onların… Ve hatta öğretmenlerin. Çünkü insanlara bir şey nasıl öğretilirin uzmanıymış Mustafa Hoca ve kitapta çok güzel anlatılıyor bu. Mustafa İnan, gerçekten anlaşılmış mı tartışılır, gelecek nesillere Mustafa İnan layıkıyla aktarılabilmiş tartışılır. Yine de her şeye rağmen, Oğuz Atay çıkmış ve Mustafa İnan’ı bu şekilde ölümsüzleştirmiş. İnan gibi niceleri var ki toplum ve insanlık için verdikleri mücadeleye rağmen unutulup gitmiştir.


Şu alıntı bence Mustafa İnan efsanesini ve aslında olması gerekeni çok iyi özetliyor:
“Hep verilerle yetindiğimiz için, bunun ötesini merak eden kafaların varlığına alışmakta güçlük çekiyoruz. Belki onu efsaneleştirerek bir bakıma kurtulmak istiyoruz böyle değişik insanlardan. Öyle ya onu gözümüzde çok büyütmezsek, sonra onun gibi bütün gücümüzle kendimizi ve dünyayı değiştirmek zorunda kalırız.” (Bir Bilim Adamının Romanı, S.79)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder