8 Temmuz 2020 Çarşamba

“AÇLIK”A KATLANMAK




Herkesin kendinde sevmediği ve değiştirmek istediği özellikleri vardır. Benim en sevmediğim özelliğim açlığa karşı dayanıksız oluşumdur. Aç kalmaya göreyim elim ayağım titrer, hayatla tüm bağım kesilir. Bu özelliğimi sevmem çünkü açlıkla terbiye olan binlerce-milyonlarca insan varken yeryüzünde, azıcık açlığa dayanamamak bir nevi şımarıklık gibi gelir bana. Bu sebepten ötürü de açlığını terbiye edebilen insanlara saygı duyarım hep.


Bir insanın açlığa iradî bir şekilde karşı koyabilmesi takdir edilesi bir davranıştır ama insanların açlığa mahkûm edilmesi ise utanç vericidir. İnsanoğlu bu makûs kaderle çokça yüzleşmiştir tarih boyunca. Savaşlar, göçler, kıtlıklar neticesinde insanlar açlıktan kırılmıştır pek çok dönemde. İnsanlık tarihinin acı gerçeklerinden biri olan “açlık”, haliyle edebiyatın da konusu olmuştur pek çok zaman. Özellikle savaş ve kriz dönemlerini fon alan romanlarda bu temaya rastlamak çok olağandır.


Örneğin Yaşar Kemal, Dağın Öte Yüzü üçlemesinde açlığı öyle bir anlatır ki insanın tüyleri diken diken olur. Sadece açlığı değil, kıtlığı, sefaleti, korkuyu, çaresizliği öyle gerçekçi anlatır ki bu gerçeklik karşısında alabora eder okuyucusunu. Bu üçleme bence Türk Edebiyatı’nın doruğudur. Her neyse konumuz Dağın Öte Yüzü üçlemesi değil şu anda. (Bununla ilgili de bir yazım var. İlgilenenler http://gorki-diyor-ki.blogspot.com/2019/07/endise-merak-ve-bekleyis.html adresinden “Endişe, Merak ve Bekleyiş” adlı yazımı okuyabilirler.) Bu yazının konusu ise Knut Hamsun’un “Açlık” romanı.

Varlık Yayınları’ndan* Behçet Necatigil’in çevirisiyle okudum ben kitabı. Kitabın başında Behçet Necatigil’in “Knut Hamsun ve Açlık Romanı” hakkında bir giriş yazısı mevcut. Bu yazıda Hamsun’un hayat hikâyesi de aktarılmış okuyucuya. Giriş yazısının da aktardığından hareketle “Açlık” romanının otobiyografik özellikler taşıdığını söyleyebiliriz. Yani yazarın kendi hayatından izler taşıyor hikâye.
Hikâyemizin adsız kahramanı yani anlatıcımız tıpkı Hamsun gibi bir yazar. Yani hayatını yazdıklarıyla sürdürüyor. Aslında sürdürüyor diyemeyiz buna tam olarak sürdürmeye çalışıyor. Hatta düpedüz sürünüyor adamcağız. Gazetelere yazdığı makale ve öykülerle geçinmeye çalışan yazarımız bırakın karnını doyurmayı başını sokacak bir yer bile bulamıyor bazı zamanlarda. Kalacak bir yeri olsa karnı aç oluyor, karnı doysa kalacak yeri olmuyor. İnanılmaz bir sefaletin avucunda sürdürüyor hayatını. Yani kitabın başındaki yaşam öyküsünü okumasanız yok canım bu kadar da olmaz artık, yazar efendi abartmış biraz diyesiniz geliyor. “Açlık” insanlığın acınası sefaletinin ortaya çok başarılı bir şekilde konulduğu romanlardan biri. Hamsun’un akıcı dili, sarsıcı gerçekçiliği ile yer yer sinirleriniz laçka ola ola okuyorsunuz.

Klasik eserler insana mercek tuttukları ve evrensel konuları işledikleri için klasik olmuşlardır. Bu durum “Açlık” için de geçerli, yazarımızın çektiği açlık ve sefalet, hayatta kalma çabaları, insanlığın talihsiz tarihine yakılmış ortak bir ağıt gibi. Bu tarz kitapları bitirdiğimizde içimizde bir yerleri ısıran öfkeye, dilimizde dolaşan küfürler eşlik eder. Kavanoz dipli dünyaya veryansın ederiz. Açlık da bizde bu hisleri uyandırıyor. Açlık romanı okunması kolay ama sindirilmesi zor bir kitap olsa da her şeye rağmen içimize küçük bir umut tohumu ekerek bitiyor ve böyle hikâyelerin her zaman başımızın üstünde yeri vardır.

*Not 1: Romanın çevirisi yazıda da belirttiğim üzere edebiyatımızın önemli isimlerinden biri olan Behçet Necatigil’e ait. Behçet Necatigil’in çevirisi tabii ki gayet leziz. Lakin kitapta bariz yazım yanlışları bulunmakta. Bunların birden fazla yerde tekrar ediliyor olması bunun bir dizgi hatası olmadığını gösteriyor bize. Bunlardan bazıları şunlar:anlıyamıyordum, kanape, sağnağıyla, raslamış, ergeç, döğme… Doğruları şu şekilde olmalıydı: anlayamıyordum, kanepe, sağanağıyla, rastlamış, er geç, dövme. Bu yanlışların sebebi, Necatigil’in çevirisinin ilk haline hiç dokunulmamış olması olsa gerek. Necatigil gibi büyük bir şair bu sözcüklerin nasıl yazılacağını bilmiyor muydu peki? Elbette biliyordu ve muhtemelen onun zamanında zaten bu sözcükler böyle yazılıyordu. Yani Necatigil aslında yazım yanlışı yapmadı ama yazım kuralları-pek çok kez olduğu gibi-zaman içerisinde değişti. Bu yazımlar eskide kaldı dolayısıyla. Burada kabahatli olan hiç kusura bakmasınlar ama Varlık Yayınları’dır. Bir kitap değil 44.basımını isterse 144.basımını yapsın yine de dönemin yazım kurallarına göre gözden geçirilmeli, gerekiyorsa düzeltilmeli, eğer çevirenin yazımına sadık kalınacaksa da bu durum editöryal bir açıklamayla belirtilmelidir. Sabahattin Ali’yle ilgili yazıda Varlık Yayınları’nın efsane bir cep boy kitaplar serisi olduğunu belirterek onları övmüştüm ama burada eleştiriyi hak ettiklerini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder