Daha önceki blogumu takip edenler hatırlarlar-ki bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardı takipçilerim-yazılarım çoğunlukla kitap ve film tanıtımı/eleştirisi tadında yazılardı. Bu blogta da çok değişik bir yol izlemeyeceğim. Aynı minvalde devam edeceğiz. Zaten okumanın, yazmak için öncül bir faaliyet olduğunu düşünen birisiyimdir. Hoş, çok okumadığı halde kalemiyle(klavyesiyle) resital sunan insanlar da vardır ama ben onlardan değilim.
Neyse sadede gelelim ve size yakın zamanlarda okuduğum kitaplardan biri olan “Piç”ten bahsedeyim. “Piç” genç kuşak yazarlarımızdan Hakan Günday’ın-yanılmıyorsam-üçüncü romanı. Daha önce blogta Hakan Günday’ ın ilk romanı “Kinyas ve Kayra” ile ilgili bir yazı yazmıştım. Bir arkadaşım o yazıyı uzun olduğu için okumadığını itiraf ettiğinden ötürü bu yazıyı çok fazla uzatmayacağım. Zaten “Piç” için söylenebilecek çok fazla söz olduğunu düşünmüyorum. Şöyle ki kuracağım her cümle biraz tekrara girecektir. Çünkü “Piç”, “Kinyas ve Kayra” adlı kitabın kısaltılmışı sayılabilir. Beş yüz küsur sayfalık tuğla misali “Kinyas ve Kayra”yı iki yüz sayfalık “Piç” olarak yeniden yazmış sanki Hakan Günday.
“Kinyas ve Kayra” romanına adını veren iki karakter “Piç” romanındaki tanıma uygun birer Piç’tir. (Kitaptaki ‘Piç’ tanımı bizim klasik anlamda bildiğimiz “babası belirsiz” çocuk sıfatından farklıdır. Toplumla barışık olmayan insanları tanımlayan bir sözdür burada ‘Piç’. Bunlara “kopuk, kırık, serseri, serkeş, aylak, asalak, evsiz, yarınsız, kaybeden, tutunamayan” vb. bir şey de diyebilirmiş yazar; ama daha çarpıcı duracağını düşünmüş olmalı ki ‘Piç’ diye tanımlamış bu insanları.) Bu romanda Kinyas ve Kayra’nın yerine dört yeni kahramanla tanışıyoruz: Hakan, Barbaros, Cenk ve Afgan. Onlar birer ‘Piç’. Yani hayatı diğer insanların yaşadığı gibi yaşamayı reddetmiş dört ayrık otu. “Normal” insanların yaptığı şeyleri yapmayan-yani çalışmayan, okula gitmeyen- bu şahsiyetler günlerini aylaklıkla geçirmekte, sabah akşam içmekte ve kendilerine ait bir yerleri olmadığı için kovuluncaya kadar farklı farklı mekanlarda “tufeyli” misali yaşamaktadırlar. Aslında her biri başarılı birer insan olabilmek için gereksinim duyulan pek çok şeye sahiptirler. Ama onlar farklı bir hayatı tercih etmişlerdir ve bu hayatı da sorgulamadan yaşamaktadırlar. Aynen Kinyas ve Kayra gibi… Kinyas-Kayra ikilisiyle aralarındaki fark hayatta kalma yöntemleridir. Her iki grup da dışarıdaki dünyaya aldırış etmeden yaşar; fakat Kinyas ve Kayra bunu şiddet kullanarak yapar. Kendilerinin olmayanı, kendilerinde olmayanı hep şiddet kullanarak elde ederler. İnsan öldürmekten çekinmezler. ‘Piç’ler ise yarı hümanisttirler. İnsanlara bilinçli ve sistemli bir şekilde zarar vermezler, tek yaptıkları asalak bir şekilde yaşamaktır.
Ve iki kitaptaki iki grubun da sonu birbirine benzer. Grubun içinden bazıları normal hayata dönmeye çalışır; kalanlar ise çeşmeye varmadan su yolunda kırılırlar.
Bu iki kitap arasındaki benzerlik bir okuyucu için zaman zaman eğlenceli olabilir-hele ki “Kinyas ve Kayra”dan hoşlandıysanız-lakin Hakan Günday’ ın ilginç tespitleri, betimlemeleri ve samimi diline rağmen çoklukla can sıkıcı bir hal alıyor. Çünkü romanın nasıl biteceğini sizi neler beklediğini kestirmek zor olmuyor.
Bir yazarın eserleri arasında benzerlik bulunması dahası–bilerek ya da bilmeyerek oluşturulmuş-bir bağ olması gayet doğal. Hele ki bunlardan birisi çok okunmuş ve çok konuşulmuş olan bir ilk romansa bu daha da normal oluyor. Bu sadece yazarlar için değil birçok sanatçı için de geçerli. Çok iyi bir çıkışla müzik piyasasına giren birçok grubun/müzisyenin sonrasında kendini tekrarladığına çokça şahit olmuşuzdur. Bu da gayet normaldir. Çünkü üretmek/yaratmak gerçekten sancılı bir iştir. Ortaya çıkan her üründe benzer şeyler bulunacaktır. Altı milyar insanız ve hepimizde iki kulak var. Bu konuda kendini tekrarladığı için Tanrı’ yı eleştirebilir miyiz..!?
Dolayısıyla Hakan Günday her şeye rağmen eleştiriden çok övgüyü hak etmektedir. Lakin bence anlattığı hikayelerden daha önemlisi romanlarının Hakan Günday hakkında ne anlattığıdır. İki kitapta da benzer kahramanlar etrafında benzer konular ve olaylar gelişmektedir. Kahramanlarının hayatı hakan Günday’ ın kendi hayatına benzemektedir. Kahramanlarımız; kitaplarımızın yazarı gibi yurtdışında okumuş/yaşamış, sonra vazgeçmiş ülkesine dönmüş, sonra tekrar vazgeçmiş rüzgar onu nereye savurduysa oraya gitmiş tipler. Hakan Günday hayatının bir döneminde ‘Piç’liği tecrübe etmiş kısacası. Belki tam ‘Piç’ olamamış ama gözlemlemiş, solumuş o hayatı. Ama başaramamış aynen “Piç” romanının dört kahramanından biri gibi-diğer üçünün akıbeti pek iyi olmuyor-normal hayata dönmeyi seçmiş. O yoldan döndüğü için mutludur muhtemelen yoksa tanınmış, çok para kazanan bir yazar olamazdı muhtemelen. Belki de bunun muhasebesi var biraz da bu romanlarda. Her iki roman da aşağı yukarı aynı şekilde bitiyor. Leziz gibi görünen bu hayat tarzının bir sonu olmadığı ve geç de olsa ‘normal hayata’ dönenin tutunabileceği diğerlerinin ise bok yoluna gideceği mesajı veriliyor alttan alta. Tabi bu mesajı vermiş olmanın mahcubiyeti de var yazarda. Geride bıraksa da kafasını kurcalayan bir şeyler olmalı ki bu tema ve bu yaşam tarzı üzerine toplamda sekiz yüz sayfa edebiyat parçalamış yazarımız. Ha tabi bunlar tamamen benim yorumum, belki de gayet düzgün bir hayatı olmuştur yazarın. Ama eğer öyleyse bir okur olarak-hakkım olmasa da-serzenişte bulunurum. Benim gözümde bu iki romanın birbirini bu kadar andırmasının tek özrü yazarın hayatından izler taşımasıdır.
Bir okur olarak yeterince küstah sözler etmişken şunu da söyleyeyim. Hakan Günday’ la tanışmak isterseniz ilk romanı olan “Kinyas ve Kayra” yı okuyun. Onun üzerine “Piç”i okumasanız da kayıp sayılmaz.
Neyse sadede gelelim ve size yakın zamanlarda okuduğum kitaplardan biri olan “Piç”ten bahsedeyim. “Piç” genç kuşak yazarlarımızdan Hakan Günday’ın-yanılmıyorsam-üçüncü romanı. Daha önce blogta Hakan Günday’ ın ilk romanı “Kinyas ve Kayra” ile ilgili bir yazı yazmıştım. Bir arkadaşım o yazıyı uzun olduğu için okumadığını itiraf ettiğinden ötürü bu yazıyı çok fazla uzatmayacağım. Zaten “Piç” için söylenebilecek çok fazla söz olduğunu düşünmüyorum. Şöyle ki kuracağım her cümle biraz tekrara girecektir. Çünkü “Piç”, “Kinyas ve Kayra” adlı kitabın kısaltılmışı sayılabilir. Beş yüz küsur sayfalık tuğla misali “Kinyas ve Kayra”yı iki yüz sayfalık “Piç” olarak yeniden yazmış sanki Hakan Günday.
“Kinyas ve Kayra” romanına adını veren iki karakter “Piç” romanındaki tanıma uygun birer Piç’tir. (Kitaptaki ‘Piç’ tanımı bizim klasik anlamda bildiğimiz “babası belirsiz” çocuk sıfatından farklıdır. Toplumla barışık olmayan insanları tanımlayan bir sözdür burada ‘Piç’. Bunlara “kopuk, kırık, serseri, serkeş, aylak, asalak, evsiz, yarınsız, kaybeden, tutunamayan” vb. bir şey de diyebilirmiş yazar; ama daha çarpıcı duracağını düşünmüş olmalı ki ‘Piç’ diye tanımlamış bu insanları.) Bu romanda Kinyas ve Kayra’nın yerine dört yeni kahramanla tanışıyoruz: Hakan, Barbaros, Cenk ve Afgan. Onlar birer ‘Piç’. Yani hayatı diğer insanların yaşadığı gibi yaşamayı reddetmiş dört ayrık otu. “Normal” insanların yaptığı şeyleri yapmayan-yani çalışmayan, okula gitmeyen- bu şahsiyetler günlerini aylaklıkla geçirmekte, sabah akşam içmekte ve kendilerine ait bir yerleri olmadığı için kovuluncaya kadar farklı farklı mekanlarda “tufeyli” misali yaşamaktadırlar. Aslında her biri başarılı birer insan olabilmek için gereksinim duyulan pek çok şeye sahiptirler. Ama onlar farklı bir hayatı tercih etmişlerdir ve bu hayatı da sorgulamadan yaşamaktadırlar. Aynen Kinyas ve Kayra gibi… Kinyas-Kayra ikilisiyle aralarındaki fark hayatta kalma yöntemleridir. Her iki grup da dışarıdaki dünyaya aldırış etmeden yaşar; fakat Kinyas ve Kayra bunu şiddet kullanarak yapar. Kendilerinin olmayanı, kendilerinde olmayanı hep şiddet kullanarak elde ederler. İnsan öldürmekten çekinmezler. ‘Piç’ler ise yarı hümanisttirler. İnsanlara bilinçli ve sistemli bir şekilde zarar vermezler, tek yaptıkları asalak bir şekilde yaşamaktır.
Ve iki kitaptaki iki grubun da sonu birbirine benzer. Grubun içinden bazıları normal hayata dönmeye çalışır; kalanlar ise çeşmeye varmadan su yolunda kırılırlar.
Bu iki kitap arasındaki benzerlik bir okuyucu için zaman zaman eğlenceli olabilir-hele ki “Kinyas ve Kayra”dan hoşlandıysanız-lakin Hakan Günday’ ın ilginç tespitleri, betimlemeleri ve samimi diline rağmen çoklukla can sıkıcı bir hal alıyor. Çünkü romanın nasıl biteceğini sizi neler beklediğini kestirmek zor olmuyor.
Bir yazarın eserleri arasında benzerlik bulunması dahası–bilerek ya da bilmeyerek oluşturulmuş-bir bağ olması gayet doğal. Hele ki bunlardan birisi çok okunmuş ve çok konuşulmuş olan bir ilk romansa bu daha da normal oluyor. Bu sadece yazarlar için değil birçok sanatçı için de geçerli. Çok iyi bir çıkışla müzik piyasasına giren birçok grubun/müzisyenin sonrasında kendini tekrarladığına çokça şahit olmuşuzdur. Bu da gayet normaldir. Çünkü üretmek/yaratmak gerçekten sancılı bir iştir. Ortaya çıkan her üründe benzer şeyler bulunacaktır. Altı milyar insanız ve hepimizde iki kulak var. Bu konuda kendini tekrarladığı için Tanrı’ yı eleştirebilir miyiz..!?
Dolayısıyla Hakan Günday her şeye rağmen eleştiriden çok övgüyü hak etmektedir. Lakin bence anlattığı hikayelerden daha önemlisi romanlarının Hakan Günday hakkında ne anlattığıdır. İki kitapta da benzer kahramanlar etrafında benzer konular ve olaylar gelişmektedir. Kahramanlarının hayatı hakan Günday’ ın kendi hayatına benzemektedir. Kahramanlarımız; kitaplarımızın yazarı gibi yurtdışında okumuş/yaşamış, sonra vazgeçmiş ülkesine dönmüş, sonra tekrar vazgeçmiş rüzgar onu nereye savurduysa oraya gitmiş tipler. Hakan Günday hayatının bir döneminde ‘Piç’liği tecrübe etmiş kısacası. Belki tam ‘Piç’ olamamış ama gözlemlemiş, solumuş o hayatı. Ama başaramamış aynen “Piç” romanının dört kahramanından biri gibi-diğer üçünün akıbeti pek iyi olmuyor-normal hayata dönmeyi seçmiş. O yoldan döndüğü için mutludur muhtemelen yoksa tanınmış, çok para kazanan bir yazar olamazdı muhtemelen. Belki de bunun muhasebesi var biraz da bu romanlarda. Her iki roman da aşağı yukarı aynı şekilde bitiyor. Leziz gibi görünen bu hayat tarzının bir sonu olmadığı ve geç de olsa ‘normal hayata’ dönenin tutunabileceği diğerlerinin ise bok yoluna gideceği mesajı veriliyor alttan alta. Tabi bu mesajı vermiş olmanın mahcubiyeti de var yazarda. Geride bıraksa da kafasını kurcalayan bir şeyler olmalı ki bu tema ve bu yaşam tarzı üzerine toplamda sekiz yüz sayfa edebiyat parçalamış yazarımız. Ha tabi bunlar tamamen benim yorumum, belki de gayet düzgün bir hayatı olmuştur yazarın. Ama eğer öyleyse bir okur olarak-hakkım olmasa da-serzenişte bulunurum. Benim gözümde bu iki romanın birbirini bu kadar andırmasının tek özrü yazarın hayatından izler taşımasıdır.
Bir okur olarak yeterince küstah sözler etmişken şunu da söyleyeyim. Hakan Günday’ la tanışmak isterseniz ilk romanı olan “Kinyas ve Kayra” yı okuyun. Onun üzerine “Piç”i okumasanız da kayıp sayılmaz.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilabi farkettim de tepkilerin hepsi niye pozitif şeyler :)
YanıtlaSilvalla o benim yaptığım bir şey değil.
YanıtlaSilşablon öyleydi:)