Otobüs filmleri deyince aklıma abuk subuk Türk işi komediler(!) ve bol aksiyonlu ucuz Amerikan filmleri gelirdi. Filmlerin kötü olması yetmezmiş gibi; izlemek istemesen de ekranın açık oluşu, sesin gelişi filan daniskası. Ben de o ucuz filmleri inatla izlemez ve kitaplarıma yumulur ya da kulaklığımı takıp müzikte bulurdum kurtuluşu. Geçmiş zaman kullandım; zira bu konuda görüşüm değişecek anlaşılan.
Otobüsle yolculuk yapmayı çok seven bir insan değilimdir. Benim sadık ulaşım aracım eskiden beri trendir. Ama benim en sık kullandığım hat olan Pamukkale Ekspresi, TCDD tarafından tarih sayfalarına gömülünce el-mecbur otobüslerle yüz göz olmaya başladım. Yine de çok sık seyahate çıkan biri olmadığım içün teknobüs hadisesinden insanlar uzunca zamandır bahseder olmalarına rağmen ben yeni yeni tanışır oldum.
Bugün itibariyle de bu olaya hasta oldum. Bindiğim otobüste isteksizce açtım önce önümde duran ekranı. Pek iyi bir şeyler bulma umudunda değildim çünkü. Beş-on bayık tv kanalını geçtikten sonra sinema kanalında durdurdum yayını. Ekranda Clint Eastwood vardı. Yol arkadaşım Manimelankopsikoz’la beraber güzel bir film bulmuş olma ihtimalinin heyecanıyla daldık filmin içine. Pişman da olmadık hani, şahane bir filmdi. Film bitti ama üstüne şahane bir film daha başladı. İndiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı… Ne yazık ki yolumuz çok uzun değildi ve ineceğimiz durağa geldiğimizde filmin henüz başıydı.
Her neyse, bundan sonra otobüs yolculukları eskisi kadar sıkıcı olmayacak anlaşılan.
Haa, Clint Eastwood’un filmine de değinmeden geçmeyelim. Bu şahane film Gran Torino’ydu. Eastwood’un hem oynadığı hem yönettiği bu film kesinlikle izlemeye değer. Sırf Eastwood’un seksenine varmasına rağmen kaybolmayan karizması için bile izlenir. Onun dışında film, mizah anlayışla, savaş ve şiddetle ilgili söylemleriyle de değerli bir film. Filmin sonundaki güzel şarkıyı dinlemek için buyrun.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
De bakalım olu gider, yapacak bi şey yok
YanıtlaSil