Kaç gündür gündemle ilgili bir şeyler yazasım var; ama olmuyor bir türlü. Çıkmıyor sesim, dökülemiyor sözcükler... Olan biten zaten can sıkıcıyken çıkmayan sözcüklerin ağırlığı daha beter hale getiriyor durumu.
Günbegün artan bir tedirginlik var hepimizde. Memlekette olup bitenler hiç hayra alamet değil. Siyaha siyah beyaz beyaz diyen herkes susturulmaya çalışılıyor. Geri kalanlar ise bırakın bu siyahtır bu beyazdır demeyi neredeyse olur mu canım bu bildiğin yeşildir diyecek. O denli bir sindirilmişlik söz konusu. Hepimiz üç maymunu oynuyoruz. Bize-şimdilik-dokunmayan yılanın bin yaşamaması için içimizden dua ediyoruz sadece. Ama duayla kaderi yenebilen var mı ki...
Tekeri patlamış kamyon misali üstümüze gelen faşizan dalganın duayla, temenniyle biteceği yok, saklanarak kurtulabilmek ise ancak bukalemunların harcı. Ancak çıkmıyor işte sesimiz. Korku imparatorluğunun duvarları her gün daha da yükseliyor ve kimsenin inancı da kalmıyor çıkacak seslerin o duvarı aşabileceğine. Korkuyla ve sindirilmişlikle yaşıyoruz, yaşamaya alıştırılıyoruz.
Gündemle ilgili bir şeyler yazamayınca başka şeyler de yazasım gelmiyor, yasak savma kabilinden bir geçiştirme gibi görüyorum bunu. Yediremiyorum, dişe dokunur bir şeyler yazamıyorsan hiç yazmamalısın diyorum kendime.
Neyse ki bugün üstüne klavye tıkırdatacak bir şey buldum.
Okuduğum kitaplarla, izlediğim oyunlarla ilgili bir şeyler karalamak için başlamıştım blog yazmaya. Bu blog benim akıl defterim bir yerde. Belleğimin nankörlüğüne karşı sadık bir dost. Ama bu sezon izlediğim oyunların hiçbirini yazasım gelmemişti. Çünkü çoğunu hatırlamak istemiyordum. Ben de bir şeyler bırakmalılardı ki yazayım. Ama yoktu öyle bir etki. Bu gece izlediğim “Çığ” adlı oyunu ise uzun yıllar unutmayacağım. Çünkü şu bunalımlı günlerde bana çok önemli bazı şeyleri hatırlattı Tuncer Cücenoğlu’nun oyunu. İklimi sert ve dolayısıyla acımasız bir yörede konuşmaya bile korkarak, yalnızlaşarak, merhametlerini ve umutlarını yitirerek yaşayan insancıkların hikayesi "Çığ".
İnsan aciz bir yaratık. Bu yüzden varoluşsal mitler yaratmış inanmak için ve bir süre sonra bunların esiri olmuş kendi kendine. Tıpkı korkuları gibi. Korkularının hepsini kendisi yaratmamış belki; lakin akıl, sağduyu ve vicdan devre dışı kaldığında o korkular ona hakim olmaya başlamış. Hatta o korkuları yaşam biçimi haline getirmiş, bazen öyle abartmış ki korkularını baş tacı etmiş kendine insanoğlu. Ta ki “kral çıplak” diyecek cesur çocuklar ortaya çıkıncaya kadar. Çoğunlukla da dağ fare doğurmuş, anlamışlar korkulacak bir şey olmadığını. Gelgelelim insanoğlu garip bir mahluk. Öyle zamanlar olmuş ki korkularından arındığı anda kendini çıplak hissetmiş ya da o çıplaklık hissinden korkmuş ömür boyu ve o yüzden daha bir sarılmış korkularına, kör inançlarına, ona anlatılan martavallara. Ama kral çıplak diyecek çocuklar her zaman çıkacak.
Ve çözecek-bugün değilse bile yarın, bir gün-... Çözecek, karanlığı yaran bir çığlık... Ve düşmeyecek üstümüze çığ.
18 Şubat 2011 Cuma
Çığ mı daha tehlikelidir, Susmak mı..??
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Tabi ki susmak tehlikelidir.Ya merak ettim neden hayata karşı bu kadar öfkelisiniz?
YanıtlaSilŞu yaşadığımız hayat karşısında öfkelenmeyen insan yaşamıyor demektir..!!
YanıtlaSilÇok doğru.:)
YanıtlaSilgürkan ve öfke kelimeleri o kadar birbirinden uzak ki arkadaşım.Gürkan için dense dense farkında gözlerle dünyaya bakıp çok yanlış gören buna rağmen hiç bir zaman hoşgörüsünü kaybetmeyen biri diyebiliriz..
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilİnanmıyorum!Rtük yazdığım yorumu kaldırmış.:(
YanıtlaSil