Size bir soru: Mecbur kalırsanız duyu organlarınızdan hangisini feda edebilirsiniz, hangisinden vazgeçebilirsiniz? İnsan böyle bir soru karşısında ürperir elde olmadan. Hiçbirinden vazgeçmek istemez doğal olarak; ancak işin ucunda bir mecburiyet varsa oturur, düşünür ve bence koku alma, tat alma ve hatta işitme duyularından vazgeçebilir. Peki ya dokunma ve görme. Bu ikisi arasında seçim yapacak olanlar vardır tahminimce; ama benim için yitimini düşünmek bile istemediğim duyum kesinlikle görme olacaktır.
Doğuştan görmemek nasıl bir şeydir bilemeyiz, bu durumu yaşayan bir insanın tecrübelerini bize aktarması bile bizim bunu anlamamız için yeterli olmayacaktır. Görme yetisini sonradan yitirmenin nasıl bir şey olabileceğini düşünmek ise çok fena. Belli bir zamana kadar gördüğünüz her şey karanlığa hapsolacak. Artık sizin için renkler olmayacak, sevdiğiniz insanların yüzünü bir daha göremeyeceksiniz, güzel bir manzaraya doyasıya bakamayacaksınız, bir televizyon ya da bilgisayar artık sizin için bir şey ifade etmeyecek, yürüdüğünüz yollar sizin için tekinsiz olacak, sevdiğiniz şeylerin silueti sadece zihninizde canlanacak ve uzun süre görmeyince yavaş yavaş zihninizden de silinecek. Çok mu karamsar bir tablo çizdim. Sanki gözlerin yoksa yaşamanın ne anlamı var demek gibi oldu değil mi? Doğru. Bu kadar da karamsar olmanın âlemi yok. Gözleri görmeyen insanlar da pek ala hayatlarını diğer insanlar gibi sürdürebiliyorlar hatta öyleleri var ki gözü görenlerden daha dolu dolu yaşıyorlar hayatı. Gönül gözleri açık çünkü. Ve de onlara yardım eden, yeri geldiğinde onlara bir çift göz olan sevdikleri var etraflarında.
Peki ya herkes kör olsaydı. Doğuştan kör değil ama. Sonradan kör. İnsanlar beklenmedik bir şekilde arka arkaya kör olmaya başlasaydı, dünya nasıl bir yer haline gelirdi. Hayal etmesi bile korkunç olan bu durumu yaşamak isterseniz Nobel Ödüllü Portekizli yazar Jose SARAMAGO’nun KÖRLÜK adlı romanını okuyun. Saramago’nun ustaca anlatımı ve kurgusu sayesinde tabiri caizse o körlük halini 290 sayfa boyunca yaşıyorsunuz.
Hayatım boyunca okuduğum en sarsıcı kitapların başında geliyor KÖRLÜK. Kitabı okurken de bittiğinde de dayak yemiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bir salgın haline dönüşüp tüm insanları esir alan körlük, sizin de elinizi kolunuzu bağlıyor ve eli kolu bağlanmışlığı, çaresizliği iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Kitaptaki körlük salgını ve sonrasında gelişenler aslında bir metafor olarak da düşünülebilir. Zira kitaptaki asıl felaket insanların topluca kör olması değil; insanın insana yaptığı zulmün, alçaklığın bu şartlar altında dahi ve en iğrenç haliyle devam etmesi. İnsanların düştüğü acınası durumlar, yöneticilerin insanlara hayvan muamelesi yapması ve onları kendi kaderleriyle baş başa bırakması gibi okuyucuyu isyan ettiren, tüylerinin diken diken olmasına yol açan olaylar dizisi asıl felaketi oluşturuyor. Gözlerin kör olmasından daha fenası duyuların körleşmesi galiba.
KÖRLÜK okuyan herkeste iz bırakacak ve kolay kolay unutulmayacak bir kitap. İşlediği konu zaten yeterince rahatsız ediciyken yazarın kendine has üslubu da okuyucu için bir diğer ilginçlik. Kitapta hiçbir özel isim bulunmaması, diyalogların karmaşıklığı ve noktalama işaretlerinin kullanımı da eseri orijinal kılan etmenlerden. Okunması farzdır kanımca.
Benim kitaplarla aram pekiyi değil derseniz filmi de var. Bana göre kitaptan uyarlama bütün filmler yetersizdir. Körlük için de bu geçerli. Peki, film kötü mü, kesinlikle değil. Yalnız şunu unutmamak lazım; kitap bir başyapıt olmasına rağmen film bir başyapıt değil. Ama yine de kitabı okumak istemeyenler için tavsiye edilebilir. Neticede iyi bir yönetmenin(Fernando Meirelles) elinden çıkma ve oyuncu kadrosu(Julianne Moore, Mark Ruffalo, Gael Garcia Bernal, Danny Glover) da gayet iyi. Ben ikisine de göz atmak isterim derseniz. Mutlaka önce film izlenmeli sonra kitap okunmalı. Bunun tek olumsuz tarafı kitabı okurken filmdeki sahnelerin kafanızdaki kurguyu yönlendirmesi ve hayal gücünüzü kısıtlaması olacaktır. Gerçi, filmden kitaba geçiş süresi kısa olmazsa bu problem yaşanmaz. Ben filmi izledikten yaklaşık bir sene sonra kitabı okuduğum için bende böyle bir etki yaratmadı. Ama aksi bir durumu tavsiye etmem. Yani önce kitabı okuduysanız filmi izlemenizi tavsiye etmem, film yavan kalacaktır.
"neden kör olduk, bilmiyorum, bunun nedeni bir gün keşfedilir, ne düşündüğümü söylememi ister misin, söyle, sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler."
3 Şubat 2011 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder