7 Ocak 2019 Pazartesi

E-KİTAPTAN GİRİP YABAN'DAN ÇIKAN YAZI (BÖLÜM 3)





Yaban’a da yine aldığım notlar/alıntılar üzerinden devam etmek istiyorum. Hoş, tablet üzerinden sadece ekran görüntüsü aldığım için bunlara not demek biraz zor. Sadece alıntılar ve alıntılar etrafında oluşan birtakım izlenimler:


“Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır.”


“Allah insanları intihaba davet için, o büyük Tufan cezasını tertip etmek zahmetine katlanmamalı idi. Nuh’un ümmetini, böyle bir toprak üstünde bu çıplak tepelerle çevrilmiş yere bırakmalı idi.”


“Onlarda adalet duygusunu kurcalamaya çalışıyorum. Nafile, taş gibidirler.
Bunlar, henüz bir sosyal yaratık haline bile girmemiştir.
Ta, yontulmamış taş devrindeki insanlar gibi yaşıyorlar. O vakitler de, kabilenin en güçlüsü, elinde bir ağaç baltayla sizin üstünüze yürür, ağzınızdan lokmanız, ininizden karınızı alıp götürürdü ve bu, herkese tabii olaylar gibi sakınılmaz, önlenemez görünürdü.”


“Gün geçtikçe daha iyi anlıyorum: Türk entelektüeli Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir. Bir münzevi mi? Hayır, bir acayip yaratık demeliyim.”


“Türkiye’nin aydın sınıfı, gerçekten bu toplumun kaynağı mıdır? Eğer böyle ise, bu Salih Ağalardan, Bekir Çavuşlardan, bu İsmaillerden, bu Zeynep Kadınlardan bende bir şey bulunması gerekmez miydi? Oysa, ben burada hayvanlara insanlardan daha yakınım. Onları, tiksinmeden, şefkatle sevmesini biliyorum ve bu sevgim onlara geçebiliyor.
Boz eşek bana iyiden iyiye alışmış. Zira, onun başını koltuğumun altına alıp saatlerce okşarken, o tatlı tatlı bana bakar ve bazen ben yürüyünce kendiliğinden arkama takılır.
Oysa, küçük İsmail, bana karşı hala ilk geldiğim geceki yabancılığını, uzaklığını muhafaza etmektedir. Ona, dostluk ve sevgi göstermiyor muyum? Eski çamaşırlarımı hep ona vermiyor muyum? Avucuna ikide bir paralar sıkıştırmıyor muyum? Yaptığım iyiliklerin hiçbiri, hiçbiri onu bana meylettirmiyor!”


“Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak…
Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat onlar gibi nasıl düşünebilirim?
Nasıl onlar gibi hissedebilirim? Odamı dolduran bütün bu kitapları yakmak… Bu resimleri, bu levhaları ayaklarımın altına alıp ezmek. Neye yarar? Hepsi benim içime girdiler. Bende, silinmez, kaçınılmaz, yıkanıp temizlenmez izler bıraktılar. Benim iç duvarlarım, bütün bu yabancı nakışlar, çizgiler, işaretler, renkler ve hiyerogliflerle doludur. Dış cephem değişmiş neye yarar? Ben, asıl ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler ve unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım.”


“Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve ktılığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?”


Yaban’a dair pek çok şey söylenebilir, ben sadece yukarıda yaptığım alıntılardan hareketle “Yaban” imgesinin süreğenliği üzerine biraz yazmak istiyorum. Alıntıların sırası ve içeriğine bağlantılı olarak özetin özetinin özeti: Roman kahramanımız bu köye yerleştiğinde manen bitik durumdadır. Köyde kendini sağaltacağını düşünür ama beklediği gibi olmaz. Onların vurdumduymazlığından, nobranlığından, coğrafyanın çetinliğinden nefret eder, tiksinir ve bunlardan yakınır. Yaşadıkları onu sürekli bir sorgulama sürecinin içine çeker.


Yaban romanının “yaban”ının yani “aydın”ın yaşadığı bunalım bence hâlâ devam etmektedir. Türkiye’de “aydın” dediğimiz insanlar hâlâ toplumun dışındadır. Bu tartışmada genellikle-yazarın da kitabın sonunda yaptığı üzere-fatura aydına kesilir.
(Yazarımız bir Cumhuriyet aydınıdır ve müthiş devrimlerin ve değişimlerin mümessilidir. Yaptıkları işle gurur duymaktadır. Lakin halkın bunca emeğe ve idealizme değip değmediği konusunda kararsız ve şaşkındır. Dolayısıyla iki arada bir derededir. Bu ikilem yüzünden bu tespiti yapmıştır ama özellikle o dönem aydınına haksızlık etmektedir. Zira dönemin aydını, dönemin yöneticisi bile değildir ki o halkın geri kalmışlığından sorumlu tutulabilsin. Yazar için ikilem içindedir dedim aslında şu pasaj cumhuriyet aydınının neden ikilem içinde olduğunu ve aslında ülkenin hangi ideoloji üzerine kurulduğunun da itirafıdır:
“Anadolu’nun ortası, asıl anavatanın göbeği tuzlu göllerden, kireçli topraklardan ibaret bir çorak ülkedir. Burada, Türk milleti, çölde Beni İsrail’i andırır. Şimdi ise bir cehennem çemberi onu, her tarafından kuşatmıştır. Bütün bereketli ve zengin toprakları çepeçevre elinden alınmıştır. İstiklal Mücadelesinin ya ölürüz, ya kurtuluruz, parolası işte bundan ileri geliyor.”)



Yukarıda kaldığımız yerden devam edersek, aydın haksızca suçlanan taraftır. Toplumun değerlerinden uzak olmakla, toplumu anlayamamakla, toplumun seviyesine inememekle suçlanır “aydın” kişi. Gelgelelim; bu toplumun değer diye sarıldığı şeylerin büyük bir çoğunluğu eskimiş, köhnemiş şeylerdir, kendisi anlaşılmak ve herhangi bir şeyi anlamak çabası içerisinde olmamıştır ve de onu yerden kaldırmak için kendisine el uzatanların elini hep havada bırakmış hatta o eli ısırmaya bile kalkmıştır.


Aydın açmazı(bunalımı) devam ediyor demiştik. El artırıyorum ve iddia ediyorum bence günümüz aydının işi kitapta bahsi geçen cumhuriyet aydınınkinden bile daha zordur. Zira kitapta cahillikleri ve vurdumduymazlıklarıyla mücadele ettiği bir kitle vardır aydınımızın karşısında. Yine de bu bahsi geçen kitle, tüm sevimsizliğine rağmen biraz da kader kurbanıdır. Çünkü bilerek cahil bırakılmıştır, değer verilmemiştir, unutulmuş, unutturulmuştur ve kendi karanlığına terk edilmiştir. Korkaktır, kaypaktır, haindir ama doğası gereği değil yukarıda saydığımız ihmallerden ötürü böyledir.


Bugün Türkiye aydınının karşısındaki kitle daha zorlu ve tehlikelidir. Yabanın köylüsü en azından bilmediğini bilmez, bugünün köylüsü bilmemekle gurur duyar. Yabanın köylüsü gerçekten görmemiştir. bugünün köylüsü ise gördüğünü bile inkar eder. Yabanın köylüsü bana dokunmayın yeter vurdumduymazlığı içindedir, bugünün köylüsü ise kendisi bir yerlere dokunmaya cüret edecek kadar özgüven sahibi olmuştur. Bu arada bugünün köylüsü diye bahsettiğim şey aslında bir zihniyettir. Salt köylü değildir. Böyle diyerek köyde yaşayanı kast etmiyorum. Toplumun içindeki değişime kapalı her kesimi bunun içine yazabiliriz.


Velhasılı bugün, iş daha çetin. Yabanlık hâlâ zor zanaat.


Not: Bu uzun ve savruk yazı da böylece bitmiş oldu. Tabletten okuduğum için ruhen bütünleşemediğim bu iki kitap hakkında hiçbir şey yazamamak içime dokunacaktı lakin okuma sürecim de yazmayı besleyecek verimlilikte geçmemişti. Ortaya böyle biraz dağınık ve uzun bir şey çıktı. Bu yüzden kolay okunsun diye üçe böldüm. Arşivimde de bu haliyle kendine yer buldu. Darısı yeni kitaplara yeni yazılara.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder