13 Ocak 2019 Pazar

YEŞİL MÜREKKEP - BİR SABAHATTİN ALİ ROMANI



GİRİZGAH: Biyografiler ilgimi çeker, biyografik romanlar ise daha fazla çeker. Kuru kuruya hayat hikayesi okumaktansa estetik bir kurgu daha çekicidir. Lakin tehlikeli bir tür olduğu da bir gerçektir. Netice itibariyle kaynağını gerçekten almalıdır. Her ne kadar kurguyla estetize edilse de gerçekte olmayan şeyleri yazamazsınız. Dilinizi, üslubunuzu da çok iyi ayarlamanız lazım gelir. Hele ki biyografisi ele alınan isim “büyük” bir isimse bence yazarın işi daha da zordur.


“Karanlık Oda” üzerine yazdığım yazıda da söylemiştim, “büyük” isim demek ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamama tehlikesi demektir.


Bunlar biyografik roman yazmanın zor tarafı olsa gerek. Kolay tarafı da var elbet. O da önünüzde hazır bir malzeme olması. Acaba ne kurgulasam/uydursam diye kıvranmanıza gerek yoktur, yeter ki işlek bir kaleminiz olsun.


Yeşil Mürekkep de bir biyografik roman. Bir Sabahattin Ali romanı. Sabahattin Ali’nin kendi eserleri kadar onun hakkında yazılan şeyler de ilgimi çektiği için bu eser de hemen radarıma takılmıştı. Fırsatını bulunca da okudum. Osman Balcıgil’in kalemi de yukarıda sözünü ettiğimiz üzere gayet işlek. Rahat, su gibi okunan bir kitap yazmış. İşin gerçekliğe sadık kalma kısmında da çok büyük bir kabahat işlediğini iddia edemeyiz. Bunlar artıları ama beni rahatsız eden bir nokta vardı: yazarın-çok fazla olmamasına rağmen-romancı olduğunu unutarak yaptığı yorumlar. Bu bence-eğer kurgusal anlatıya bir katkı sunmuyorsa-büyük bir gaftır.


Kitabın beni memnun etmemesinin bir değil, iki temel sebebi var aslında. Birincisi çizilen Sabahattin Ali profiliyle ilgili muhalefetim, ikincisi de biraz önce söylediğim üzere yazarın roman tekniğiyle ilgili gafı. Birincisi beni bağlayan bir şey ama ikincisi öyle değil, daha özen gösterilmesi gereken bir durum.


Bir kere Sabahattin Ali’yi olduğundan daha saldırgan ve fazlasıyla kadın düşkünü gösterdiğini düşünüyorum romanın. Ve bunu anlatırken yazarın sadece olaylarla yetinmediğini, bir yazar olarak kendi yorumlarını da kullandığını görüyoruz. Bu durum bir roman yazarı için kaçınılması gereken bir durumdur. Başkaları da var ama çok uzatmadan, burada şu iki alıntıyı yapmak istiyorum:


“Dünyada ve Türkiye’de yaşayan aydınların büyük bir kısmı da tıpkı onun gibi, SSCB’de ne olup bittiğini tan anlamıyla anlayamıyordu.” (Yeşil Mürekkep, s.143)
“Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya aşık olurdu.” (Yeşil Mürekkep, s.169)


Yukarıdaki cümleler romandaki karakterlerin ağzından değil, anlatıcının ağzından sayfalara dökülmüş. Burada bir gariplik yok mu? Roman karakterinin siyasal tercihlerindeki yanlışları ya da kadınlarla ilgili zaafları yazarı niye ilgilendirir ya da yazar bu konuda neden görüş bildirir?


Ben, Sabahattin Ali hayranlığından dolayı nesnel değerlendiremiyor olabilirim belki de durumu, belki de Sabahattin Ali, gerçekten insan ilişkilerinde biraz saldırgancadır ve gerçekten kadın düşkünüdür. Velev ki öyle olsun. Hiç kimse süper olmak zorunda değildir. Sabahattin Ali’nin muhteşem romancılığına rağmen muhteşem bir kişiliği olmayabilir. İnsan zaafları bulunan bir yaratıktır ve o da bir insandır. Zaaflarıyla, yanlışlarıyla… Sıkıntı bu değil zaten. Bu beni rahatsız edebilir ama bunu bir gaf olarak değerlendirmem, lakin bunu dile getirmenin bile bir üslubu olmalıdır ve teknik olarak bir incelik gerektirmektedir. Neticede Osman Balcıgil’i herkes tanımaz, ama Sabahattin Ali’yi tanırlar ve bu romanı okuyacak insanlar, Osman Balcıgil yazdığı için değil Sabahattin Ali’yi anlattığı için alırlar. Yani üzerinden ekmek yediğiniz insan daha fazla önemi ve saygıyı hak etmektedir. Ve roman yazmanın da belli başlı teknikleri vardır.


SADET: Sabahattin Ali bu ülkenin en büyük romancı/öykücülerinden biridir, edebiyatımızda toplumcu gerçekçiliğin başlatıcılarından biridir, belki de ilkidir. Romancılığının/hikâyeciliğinin ötesinde zamanının önünde giden bir aydındır, fikir adamıdır. Baskılara, hapisliklere, yıldırmalara karşın her zaman bildiğini yazmış biridir. O yıllarda memleketin gitgide Amerikan politikalarının güdümüne bırakılıvermesine karşı bayrak açmış ve bağımsızlığı savunmuştur. Anti-Amerikancıdır yalnız zannedilenin aksine Sovyetçi değil, tam tersine yerli ve millicidir. Ne yazık ki şimdilerde yerli ve millici kesilenlerin ağababaları eliyle ortadan kaldırılmıştır. Düşünceleri yüzünden katledilmiştir. Düşüncelerinden o derece korkulmuştur ki ölümünden neredeyse yirmi yıl sonra kitapları tekrar basılmaya ancak başlanmıştır. Adlı sanlı, kerli ferli, muteber edebiyat tarihçilerimiz korktukları için hazırladıkları antolojilere, ders kitaplarına onun eserlerini almamış, adını bile anmamışlardır.


İşte Sabahattin Ali’nin romanı yazılacaksa onun düşünce dünyasının oluşmasını sağlayan kaynaklar anlatılmalıdır, neler okudu neleri takip etti de yaşadığı dönemde gündemi belirleyen bir adama dönüştü, bu anlatılmalıdır. Romanlarını, öykülerini nasıl yazdı, nelerden bahsetti daha geniş bir şekilde yer bulmalıdır. Özel hayatı-kadınlara düşkünlüğü ya da saldırgan mizacı da buna dahil-tabi ki anlatılmalıdır, sonuçta bu bir biyografik romandır ve bunlar da gereklidir ama söz konusu Sabahattin Ali’yse başrolü bu unsurlar işgal etmemelidir.
İki yukarıdaki paragrafta bahsettiğim üzere katledildiği yetmemiş gibi edebiyattaki izleri bile silinmeye çalışılmış olan Sabahattin Ali şimdilerde çok popüler. Ölümünün üzerinden yetmiş yıl geçmesine rağmen kitapları peynir ekmek gibi satıyor. O yüzden bu “büyüklüğü” anlatan eser her kelimesiyle tartılıp yazılmış olmalıdır, yoksa onun popülerliğinden faydalanmak için yazıldığı izlenimini uyandırmaktadır. Onu anlatan eserin onu her yönüyle dört dörtlük anlatmak gibi bir misyonu olmalıdır. Bu güzel adamın öcü en azından belki de böyle alınabilir. Zira onu öldüren gerçek katil sadece iki yıl ceza çekmiş, onu öldürten karanlık güçler ve zihniyet ise hiçbir zaman cezalandırılmamış ve bu ülkenin başına daima bela olmuştur, olmaya da devam etmektedir.


Meraklısına Notlar 1: Yazarın yukarıda bahsettiğim bu üslup sıkıntısını, daha önce okuduğum ve hakkında yazı da yazdığım “Karanlık Oda” eserinde de fark etmiştim aslında. Yazarın kendinden yaşça büyük olan, gerçek hayatta aralarında bir yakınlık, akrabalık ve muhabbet de bulunmayan Deniz Gezmiş’i eser boyunca kendisine “ağabey” diye hitap ettirmesine uyuz olmuştum. Kurgu gereği, emektar bir gazeteci olan yazarımız fotoğraflarını karıştırırken Deniz Gezmiş’in fotoğraflarına rastlar, geçmişi yad ederken birden yirmi beş yaşındaki Deniz Gezmiş, yazarın yanında beliriverir ve karşılıklı bir sohbet başlar ve Denizlerin idamına kadar olan siyasal süreç bu sohbet esnasında okuyucuya anlatılır. Fikir güzel, niyet halisane ama şeytan ayrıntıda gizlidir ve o şeytan bazen mide bulandırır. Sinek miydi len yoksa o? Neyse yazıyı mizah yaparak bulandırmayalım, şu anda ihtiyaç yok. Koskoca Denizin kurgusal da olsa tanımadığı bir adama-hürmeten bile olsa-bütün bir kitap boyunca “ağabey, ağabey” diye hitap etmesi beni rahatsız etmişti. Yine kitabı okuma hevesi taşıyacaklarda ön yargı oluşturmamak adına kitapta beni rahatsız eden bu detaydan yazıda bahsetmemiştim.


Meraklısına Notlar 2: Kitabı bitirdikten sonra romanda çizilen Sabahattin Ali profilinin kafamı karıştırması ve bazı şeylerin hoşuma gitmemesi üzerine 2 hafta kadar sürecek bir okuma serüvenine verdim kendimi. Gidip kütüphaneden Asım Bezirci’nin “Sabahattin Ali Biyografisi”ni , Sabahattin Ali’ye yazılan ve onun yazdığı mektuplardan oluşan “Hep Genç Kalacağım” kitaplarını aldım. Kitaplığımda var olan ve ara ara açıp okuduğum ve Sabahattin Ali’ye hayranlığımı her seferinde katlayan kitap olan “Markopaşa Yazıları ve Ötekiler”i de ekledim bu ikiliye. Bu üçünü de okuduktan sonra ulaştığım kanaat şudur ki: “Yeşil Mürekkep” Sabahattin Ali’nin profilini çizmekte gerçekten de yetersiz kalmaktadır. Sabahattin Ali’nin hayatını nesnel ve yalın bir şekilde okumak için Sivas katliamında elimizden çalınan bir diğer güzel insan olan Asım Bezirci’nin kaleme aldığı biyografi okunabilir. Bezirci zaten bu işin duayeni ve kendisi nesnel eleştirinin ve edebiyat tarihçiliğinin de babalarından sayılıyor. Mektuplar kitabı benim gibi gerçekten meraklılarına hitap ediyor ama insan Sabahattin Ali’yi tanımak adına faydalıdır, okunabilir. “Markopaşa Yazıları ve Ötekiler” ise mutlaka okunmalıdır. Sabahattin Ali’den ve onun düşüncesinden neden bu kadar korktuklarını orada görmek mümkündür.


Meraklısına Notlar 3: Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sını, “Kuyucaklı Yusuf”unu ve hikâyelerini peş peşe okuyup büyülendiğim sıralar, al bir de bunu oku diyerek “Markopaşa Yazıları ve Ötekileri” bana hediye eden ve gerçek Sabahattin Ali ile tanışmamı sağlayan dostum Elmas Okumuş’a da teşekkür ederim.


Meraklısına Not 4: Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanı kütüphanemde bulunmasına rağmen bilerek ve isteyerek hâlâ okumadım. Çünkü onu okuyunca Sabahattin Ali’nin okumadığım eseri kalmayacak. Bu çok üzücü. Bilerek ve isteyerek geciktiriyorum okumayı. Yıllardır öylece duruyor. Gerçi üzerine o kadar çok şey okuduğum için artık romanın her şeyini biliyorum ama olsun bir türlü tüketemiyorum onu. Ama biliyorum bundan daha fazla kaçamam. Pek yakında bu gerçekle yüzleşecek ve üzülerek okuyacağım onu. (Ağzını topla, sensin manyak! İstediğim zaman okurum, halla halla!)


Alakasız Not 1: Geçen gün öğrencimin biri yazdığı hikâyede gerçekten de “halla halla” yazmıştı.


Alakasız Not 2 ya da Kendime Not 1: Okuyanı yazının bağlamından koparacak notlar yazmamak lazım. Bunu Baran Doğan da çok yapıyor. Yazmış yazmış, not kısmında espri yapıyor. Normalde beğen ya da muhteşem basacağım yazıya istemsizce kahkaha basıyorum. Oldu mu şimdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder