6 Ocak 2019 Pazar

E-KİTAPTAN GİRİP YABAN'DAN ÇIKAN YAZI (BÖLÜM 1)


Her şey cebe girdi. Her şey artık telefonda tablette. Kahve falından okeye her şey… Ama kitap giremiyor kardeşim bir türlü. Olmuyor. Olmayacak da. Mutaassıp olmayayım. Zamana uymak lazım diye düşünüyorum ama bazı şeylerin de bir ruhu var yani. Yokmuş gibi davranamayız. Kitap da böyle bir şey işte. Kağıt yığınından öte bir şey.


Uzun süredir kitap almıyorum ve bir süre daha almamayı düşünüyorum. Bunun iki sebebi var, birincisi evdeki kitaplıklarda okumadığım hâlâ bir sürü kitabım var, ikincisi kitap artık gerçekten pahalı. Ve ben eski ben değilim, kitap fetişistliğini bırakmaya karar verdim. Neticede kitabın kendisine sahip olmanın değil içindekilere sahip olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kitap satın almama kararıma uymaya çalışıyorum. Ya evdekilerden okuyorum ya da kütüphaneden ödünç alıyorum. Kendi tabirimle obez okur, Baran Doğan’ın tabiriyle çöp okur olmamak adına katıldığım Çekmeköy Dayanışması okuma grubuyla eş zamanlı okuma yapmaya çalışıyorum hâlâ. Güzel bir listemiz, nitelikli kitaplarımız var. Lakin son iki kitabı kütüphanede bulamayınca mecburen internetten pdfsini indirip tabletten okudum. Tabletten okumanın artıları yok mu? Var, elbet. En basitinden 400 sayfalık kitap yerine incecik bir tablet taşıyorsun çantanda. Bunun yanı sıra tablette pek çok kitap saklayabileceğinden, sıkıldığında başka bir kitaba geçiş yapabiliyorsun. Gelgelelim kitabın o sıcaklığı, romantizmi yok arkadaş, yok. Kindle gibi direkt bu iş için üretilmiş elektronik kitap okuyucular var. Onlardan okumak elbette fark yaratıyordur lakin yine de kitap okuyucularının bunları bağırlarına yakın zamanda basacaklarını düşünmüyorum.


İşte Yakup Kadri’nin Yaban’ı ile Tanpınar’ın Huzur’unu istemeye istemeye de olsa tabletten okumak zorunda kaldım. Bu süreç beni ciddi anlamda yordu. Daha önce tabletten kitaplar okumuştum ama onlar araştırma-inceleme kitaplarıydı. Romanların ise sizi içine davet eden bir ruhu var ve tabletten okurken ben bu ruhu bir türlü bulamadım. Bu iki güçlü romanın da kıyılarında gezinip derinliklerine inemedim o yüzden. Gerçi ikisini de ikinci okuyuşumdu. Yabancı değildim onlara ama birini on altı yaşında diğerini on sekiz yaşında okumuştum ve o yaşlarda kıyısında bile dolaşamamış sadece karşıdan bakabilmiştim. O haldeyken bile beni çok etkilediklerini hatırlıyorum.


Ben kitap okurken notlar almayı çok severim. Üşenmem; kitapta beğendim cümleleri, bazen paragrafları bile yazarım defterime. Tabletten okurken böyle bir imkân yoktu. Beğendiğim bölümlerin ekran görüntüsünü aldım almasına ama açıp defteri not yazmanın yerini tutmuyor. Söz uçar, yazı kalır demişler ya. Hakikaten öyle. Emek verdiğin şey beyninde daha bir yer ediyor. Bunları yapamadığım bir okuma beni ne tatmin ediyor ne mutlu…


Huzur’u da işte bu huzursuzluk içinde okudum. Yani yazamadan çizemeden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder