6 Aralık 2018 Perşembe

SAPİENS (OKUMAYAN KALMASIN!)



Girizgah: Babam biz çocukken Bilim Teknik dergisine abone olmuştu, sağ olsun. (Uzun süre de Atlas aboneliğimiz vardı.) Tübitak’ın henüz çocuklara yönelik dergi çıkarmadığı dönemlerdi. Yazıların %99’unu anlamazdım ama bir gayretle okurdum yine de. O %1 sayesinde bilimi seven, bilime saygı duyan Baran Doğan’ın tabiriyle bilim burcu insanlar olduk elhamdülillah.

Eskiden bilimsel makaleler gerçekten çok ağır olurdu ve anlayamazdık. Ortalama insanların büyük bir çoğunluğu bilimsel metinleri anlamadıkları için bu yönde okuma yapmayı sevmezler. (Bilimin sevdirilmesi zorunluluktur.) Ben de bu ortalama güruhun bir parçasıyım. Sosyal medyaya(internete) erişimin kolaylaşmasının en güzel yanlarından birisi bu alanda da artık herkesin okuyabileceği şeylere ulaşma imkanının olması. Evrim Ağacı diye muhteşem bir sayfa var örneğin. Bizim gibilerin de en azından %30’unu filan anlayabileceği şahane yazılar yazıyorlar. İşte Sapiens tam bu kalemde bir kitap. Herkesin anlayabileceği düzeyde ve herkesin ilgisini çekebilecek bir konu hakkında yazılmış. Konusu insan ve insana dair her şey…

Neden Okudum Nasıl Okudum: Sapiens çıktığı ilk zamandan itibaren çok satan ve üzerine çok konuşulan bir kitap oldu. Bense piyasaya çıktığı ilk zamanlarda değil, daha yenice okudum. Popüler kitapları okumamak gibi havalı(!) bir tavrım vardır ama bunun hava civayla ilgisi yok. Tamamen savruk, plansız okuma alışkanlığımla alakalı. Sapiens’i bana ünlü SM fenomeni Baran Doğan hediye etti. Kendisi SM’de Sapiens kitabından da bahsetmişti zaten. Neyse BD bana hediye ettikten sonra, her kitaba yaptığımı yapıp Sapiens’i kitaplığa kaldırdım ve onu orada unuttum. Bir süre sonra eşimle beraber onu amacı dışında kullanmaya başladık. Elimizde artırabildiğimiz 100-200 lira olursa kitabın arasına koyuyor, zor zamanlar için orada bekletiyorduk. Adı da Sapiensbank olmuştu. Paramız mı bitti, hop Sapiensbank’a bakıyorduk. Bu bir süre böyle devam etti. En son yaz sonuna doğru elim bir umutla sayfalarını araladığında gözlerim acı gerçekle yüzleşti. Sapiensbank boştu. O gün yolculuğa çıkacaktım ve Sapiens’i artık asıl amacıyla kullanmanın zamanının geldiğine karar verip yanıma aldım. Bir seneyi aşkın bir süredir kitaplıkta demlenmişti. Çok beğendiğim pek çok kitaba yaptığım şey, bu kitabın da başına geldi ve elimde epeyce süründü. (Çok sevdiğim kitapları bitirmemeye çalışır, yavaş yavaş okurum. Ne, manyak mı? Sensin manyak!) Yaz sonunda başlayıp başucu kitabıma dönüştürdüğüm bu kitabı sindire sindire(!) iki ayda bitirdim.

Sadet: Devlet başkanı olsam liseye geçen her öğrenciye zorla okutur, müfredata koyarım. İlkokul ve ortaokullar için sadeleştirilmiş versiyonlarını hazırlatır, çizgi romanını yaptırtırım.

Öyle bir kitap ki sağını solunu çizmekten, notlar almaktan helak olabilirsiniz. Tadımlık birkaç da alıntı yapalım:
“Bir tarafta nehirlerin, aslanların ve ağaçların nesnel gerçekliği; öte yanda tanrıların, milletlerin ve şirketlerin hayali gerçekliği. Zaman geçtikçe hayali gerçeklik daha da güçlendi; öyle ki bugün nehirlerin, aslanların ve ağaçların yaşamı hayali varlıklar olan tanrılar, milletler ve şirketlerin insafına kalmış durumdadır.” (Sapiens, s.45)

“Tarihin en kesin yasalarından biri de şudur: Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. İnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler. Kendi çağımızdan bir başka örneği ele alalım. Son birkaç on yılda hayatı daha rahatlatacağını varsaydığımız sayısız şey icat ettik: Çamaşır makineleri, elektrikli süpürgeler, bulaşık makineleri, telefonlar, cep telefonları, bilgisayarlar, e-posta vs. Eskiden bir mektup yazıp zarfa koymak, üstüne pul yapıştırıp posta kutusuna atmak insanı epey uğraştıran bir işti, mektuba cevap almak günler ve haftalar, hatta aylar alabiliyordu. Günümüzdeyse bir dakika içinde çarçabuk bir e-posta yazıp dünyanın öbür ucuna gönderebiliyorum ve eğer gönderdiğim kişi çevrimiçiyse anında cevap alabiliyorum. Böylece mektup yazmanın aldığı tüm zamanı ve çabayı ortadan kaldırmış oldum, peki bugün daha rahat bir hayat mı yaşıyorum?
Maalesef cevap hayır. Klasik posta çağında insanlar yalnızca gerçekten söyleyecek önemli bir şey olduğunda mektup yazarlardı. Akıllarına gelen ilk şeyi yazmak yerine ne söylemek istediklerini ve bunu nasıl aktaracaklarını önceden dikkatli bir şekilde düşünürlerdi. Bunun sonucunda da, aynı şekilde düşünülmüş bir cevap almayı beklerlerdi. Zaten çoğu insan ayda birkaç mektuptan fazlasını yazmıyordu ve gelen mektuplara da hemen cevap vermek gibi bir zorunluluk duyulmuyordu. Bense bir gün içinde düzinelerce e-posta alıyorum ve bunların hepsini hızlıca cevaplandırmam gerekiyor. Bu icatları yaparken zaman kazanacağımızı düşünüyorduk, ancak aslında günlerimizi daha endişeli ve kaygılı geçirmemize sebep olacak şekilde hayatın hızını normalin on katına çıkartmış olduk.” (Sapiens, s.99-100)

“Bir diğer örnek de modern siyasi sistemdir. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar Fransız Devrimi’nden bu yana eşitlik ve bireysel özgürlüğü temel değerler olarak görmeye başladılar, ki bu iki değer bile aslında birbiriyle çelişir. Eşitlik ancak daha iyi durumdakilerin özgürlüklerini kısıtlayarak sağlanabilir. Her bireyin tamamen istediği gibi davranabileceğinin güvencesini vermek kaçınılmaz olarak eşitliğe zarar verecektir. Buna bağlı olarak, 1789’dan beri tüm dünyanın siyasi tarihi bu çelişkiyi giderme çabaları olarak görülebilir. (…) Bu tip çelişkiler her insan kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Hatta bunlar kültürün motorudur, türümüzün yaratıcılığının ve dinamizminin en başta gelen sebebidir. Tıpkı aynı anda basılan iki müzik notasının müziği ileri götürmesi gibi, düşüncelerimizdeki, fikirlerimizdeki ve değerlerimizdeki uyumsuzluklar bizi araştırmaya, eleştirmeye ve yeniden değerlendirmeye mecbur eder. Tutarlılık, durgun zihinlerin oyun alanıdır.” (Sapiens, 170-171)

“Avrupa emperyalizmi, dünyadaki diğer emperyal projelerden tamamen farklıydı. Daha önceki imparatorluklar dünyayı zaten anladıklarını düşünüyorlar ve fetihleri sadece kendi dünya görüşlerini yaymak için gerçekleştiriyorlardı. Örneğin Araplar, Mısır’ı, İspanya’yı ve Hindistan’ı bilmedikleri bir şey bulmak için fethetmediler. Romalılar, Moğollar ve Aztekler yeni toprakları güç ve zenginlik için büyük bir hırsla fethettiler, ama bilgi için değil. Buna karşın, Avrupalı emperyalistler yeni topraklar yanında yeni bilgiler edinmek amacını da güderek uzak topraklara yelken açtılar.” (Sapiens, 282)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder