21 Aralık 2018 Cuma
"ÖLÜM AŞIP GİDERKEN" ÜZERİNE
GİRİZGAH: “Kırmızı Pazartesi”yi okudunuz mu ya da “Güneş’in Katli”ni? Bu iki eser arasında benzerlikler bulurum. İkisinde de göz göre göre gelen cinayetler anlatılır ve bu iki cinayet de gerçek hayattan alır hikâyelerini. İlkini tanıyan çoktur da ikincisini bilen azdır. “Güneş’in Katli” az bilinen bir şaheserdir bana göre. Eğitimin her kademesinde çalışmış emekli bir eğitim emekçisi olan Memet Türkkan, 70’li yıllardaki siyasal ortam içerisinde ülkedeki karanlık güçler tarafından katledilen devrimci bir öğretmen olan Güneş’i anlatır bu romanında. Mülakat yöntemiyle yazılmış, tekniğiyle de orijinal ve sarsıcı bir romandır “Güneş’in Katli”. Bu yazının konusu ise Memet Türkkan’ın bir başka romanı olan “Ölüm Aşıp Giderken”.
O dönemleri bizzat yaşayan Mehmet Türkkan “Ölüm Aşıp Giderken” romanında bir kez daha bu yakıcı dönemleri ve o dönem devrimcilerinin, eğitim emekçilerinin mücadelesini konu alıyor.
Kitaba adını veren metafor kitapta kahramanımızın ağzından şu şekilde aktarılıyor:
“Ben gerçekten kenarda kaldım Hocam; ölüm beni aşıp geçti, terörün beni öldürmekle bir kazanç sağlayacağını sanmıyorum. Artık, öğretmen öldürmek vukuatı âdiyeden sayılır oldu.”
Yani roman öyle zorlu bir dönemi anlatıyor ki, o dönemde siyasal cinayetler öyle yaygınlaşmış ki mücadelenin içinde bulunan insanlar artık tabiri caizse kelle koltukta geziyorlar.
Türkkan, bu romanında da akıcı bir dil ve anlatım tutturmuş. Canlı diyaloglar, sağlam ruh çözümlemeleri sayesinde kendini okutturan bir roman var karşımızda. Daha özgür ve yaşanası bir dünya düşü kuran, cefâkar ve fedakar insanların kendi hayatlarını hiçe sayan hikâyesi insanı derinden etkiliyor. Bunlar kitabın bıraktığı olumlu etkiler. Objektif olmak adına olumsuz ve eksik yanlara da değinelim.
Bir kere, başkahramanımız olan Mahmut Selim’in kusursuzluğu çok sırıtıyor. Besbelli Mahmut Selim olması gereken “devrimci” profili temsil etmekte. Lakin bu bir roman, bir propaganda kitabı değil. Dolayısıyla bir karakterin bu kadar zorlu süreçlerden geçerken bile hep aklı başında, hep sakin ve sağduyulu, hep özverili ve olgun kalması pek olası değil gibi. İkincisi bu olumlu özelliklerini nereden aldığının altının doldurulmamış olması. Yani Mahmut Selim’in ruhsal portresi eksik. Halbuki Mahmut Selim’in eşinin ve kaynanasının ruhsal portreleri, neden böyle birer insan oldukları muazzam bir şekilde anlatılmıştır. Oysa idealize edilmiş karakterimiz Mahmut Selim’in arka planında ne var bilmiyoruz. Nasıl devrimci oldu, hangi tezgahtan geçti, ne okudu, ne yaşadı? Bunları bilseydik, öyle kusursuz bir devrimcinin nasıl olacağını da öğrenmiş olurduk böylece.
İkinci temel eksik, kitaptaki diğer metaforların yarım bırakılmış olması. Ölümün aşıp gitmesi metaforundan bahsetmiştik. Kitabın alt başlıkları olarak verilen “Darbenin Ayak Sesleri-Fil Bacağı” metaforları roman bittiğinde maalesef havada kalıyorlar. Oysaki kitabın ortalarına kadar freni patlamış bu siyasal kaos ortamının darbeye doğru gittiğinden bahsediliyor. Devletin içindeki karanlığı aydınlatma mücadelesi veren Savcı karakterinin karşılarında çok büyük bir düşman olduğunu fark etmesinden, bunu aşmalarının çok zor olduğunu itiraf etmesinden ve bunu buzdağının görünen kısmına yani filin bacağına benzetmesinden bahsediliyor. Ama sonra bu iki kavramdan epeyce uzaklaşılıp eksen sadece Mahmut Selim’in hayatıyla sınırlı kalıyor.
Netice itibariyle kitap ezilenler adına, emekçiler adına yani bizim adımıza ne hüküm veriyor? Umutsuz mu bitiyor. Hayır, böyle denemez. Umut bitmiyor. Ölüm bizi aşsa da bizi yenemiyor. Hayat yenileniyor ve mücadele devam ediyor.
NEDEN OKUDUM NASIL OKUDUM: “Güneş’in Katli”ni okuduktan sonra sendika tayfası olarak bu hepimizi sarsan eseri oyunlaştırıp sahneye koymak istemiştik ama çeşitli sebeplerden yarım kalan bir girişim olmuştu. O dönemde Memet Türkkan’la buluşup bu projemizden bahsetmiş ve ondan icazet almıştık. Yani Memet Türkkan hocamızla da tanışma fırsatımız olmuştu. 2017 Tüyap’ında Memet Hocayı stantta kitap imzalarken görünce o eski güzel günler aklıma gelmişti ve hemen yanına gidip selam vermiştim, biraz sohbet etmiştik. “Güneş’in Katli”nin üzerimizde bıraktığı etkiden falan bahsettikten sonra Mehmet Hoca bana bu kitabını okuyup okumadığımı sordu ve imzalayıp verdi. O tarihten sonra kitaplıkta bir sene demlenen kitap bu kasım ayında artık zamanı gelmiştir diyerek okundu.
SADET: ÖAG romanı “Güneş’in Katli” kadar sarsıcı bir kitap değil, yukarıda eksik bulduğum yönlerinden de bahsettim zaten. Amacım ukalalık yapmak değil, bir eser ortaya çıkarmanın ne denli zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Mehmet Hocamızın emeklerine çok büyük saygım da var ama hissettiğimizi de söylemeliyiz. Hiçbir şey için değilse bile bu ülkenin bağımsızlık mücadelesinde can vermiş tüm insanlarımızın hatırasına adanmış bu gibi eserleri önemli buluyorum. Dömem romanlarıyla ilgilenenlere tavsiye ederim. Ayrıca ÖAG romanı “ Halkevleri Roman Ödülü”ne de layık görülmüş önemli bir eser.
Not1: Bize “Güneş’in Katli” kitabını tanıtan ve döve döve okutan Sevgili Mamak’a bu vesileyle öpücükler gönderiyorum.
Not2: Güneş’in Katli’ni sahneleme macerasına birlikte giriştiğimiz ama sonlandıramadığımız tüm yol arkadaşlarıma da sevgiler. Bu anlamda bir yanım hep eksik ama yine de güzel günlerdi. Belki sırf bu deneyimin hikâyesini yazabilirim bir gün.
Not3: Kırmızı Pazartesiler üzerine Baran Doğan güzel bir yazı yazmıştı. İlgilenenlere. http://www.sinekikilisi.com/buyulu-bir-gercegin-romani/?fbclid=IwAR23Kn4MyvWrGikgTFi3Qeg3OxqebekB4a_ZlwmKA5oZYXugebVFK7nGzCU
Not4: Kırmızı Pazartesi için “büyülü gerçekçilik” tabirini kullanmıştı BD. Bence de güzel bir tabir. Biz de bu sınıflandırmaya tabi tutulabilecek çok fazla eser yoktur. Belki de en iyisi “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”dür. O, büyülü gerçekçilik tanımı en çok ona yakışıyor gibi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder