7 Aralık 2018 Cuma

VAROLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ ÜZERİNE

GİRİZGAH: Kabul edelim, her şey cinsellik üzerine dönüyor. Yani ana konumuz hep cinsellik. Diğerleri hep tali konular. Düşünsenize koskoca dinler tarihi bile bununla başlıyor. Havva, Adem’i ayartıp elmayı(ayvayı) yedirtiyor da bütün hikaye ondan sonra başlıyor falan. Hâl böyle olunca tabi ki sanatın da ana konuları arasında kadın erkek ilişkileri ve cinselliğin daha usturuplu sunumu olan “aşk” var. Öyle derin bir mevzu ve öyle bitmez bir kaynak ki üzerine milyonlarca sayfa yazılmış ama tükenmemiş. Hâlâ yazılmaya devam ediyor, hâlâ erkek milleti kadınları anlamaya ve de hâlâ kadın milleti erkekleri ehlileştirmeye çalışıyor. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanı da bu kadim mevzu üzerine yazılmış. Ana kahramanlarımız Tomas ve Tereza, lakin yalnız değiller. Birkaç parçalı, birkaç farklı ve ortak aktörlü aşk ve aldatma hikâyesi kitabın omurgasını oluşturuyor.

Basit bir aşk romanının ötesinde insan psikolojisine dair de çok iyi değinmeler barındırıyor kitap. Yazarın aşk ve insanlık üzerine muazzam tespitleri var. Bir kısmını alıntılar kısmında paylaşacağım. Hem aşk ve insan psikolojisini bu kadar iyi anlat hem de bunu çok çarpıcı bir tarihsel fonu kullanıp bir dönem romanı haline getir. Bahsettiğimiz tarihsel fon “Prag Baharı” diye bilinen, Sovyetlerin Çekoslovakya’yı işgaliyle biten dönem. İşte bunların birleşimi romanı bir modern zamanlar klasiği haline getiriyor.

NEDEN OKUDUM NASIL OKUDUM:
“Ölmeden Önce Okumanız Gereken Zilyonuncu Kitap Listeleri”nde adı geçen bir kitaptı zaten VDH. O yüzden kendisine aşinaydım. Lakin VDH’yi edinmem dostum Berduş’un(M.Dede) ısrarlı tavsiyesi üzerine oldu. 2017 Tüyap’ında edindiğim bu kitabı tabi ki önce nadasa bıraktım. Kitap uzunca bir süre, kitaplıktaki tozlarla haşır neşir oldu. Bir sene kadar sonra günün birinde Berduş’un da “Okudun mu, okudun mu?” darlamalarına dayanamayıp elime aldım kitabı. Otobüslü hayatın bana kazandırdığı zaman sayesinde bir haftada şipşak bitirdim kitabı. (Otobüslü hayatın nimetleri üzerinde de duracağım bir ara.)

SADET: VDH üst düzey bir roman. Gerek akıcı diliyle ve anlatımıyla(burada çevirmen Fatih Özgüven’e de şapka çıkartalım), gerek yazarın delici üslubuyla, gerek kurgusuyla ve söylemiyle bu sınıflandırmayı hak ediyor. Bu kitabın sol cenahta çok da sevilmediğini biliyorum zira ülkesi Sovyet işgaline uğrayan birisi olarak Kundera, Sovyetlere bolca geçirmiş kitabında. Bu tarz eleştiriler özellikle bizim Stalinist solumuzda kolay sindirilir şeyler değil. Bizde bu tarz eleştiriler karşı kampın elini güçlendirdiği gerekçesiyle pek hoş karşılanmaz. Neyse, kitabın böyle bir tarafı olması çok doğal bence. Hem Kundera’nın bir Çek olarak “Prag Baharı”na ve sonrasına tanıklık etmesi hem de romanın o dönemi fon olarak alması bu tarz bir eleştiriyi kaçınılmaz kılıyor zaten.

Meraklısına Not: Kitabın bir de 1988 yapımı bir sinema uyarlaması var. Ben izlemedim. İmdb notu 7.4, yani izlenir. Ben izlemeyi düşünmüyorum çünkü önce kitabını okuduğum hiçbir film beni tatmin edemedi bugüne kadar.

ALINTILAR:

“Gündelik hayatımız bir rastlantılar sağanağı altında yaşanır ya da daha kesin konuşmak gerekirse kişilerle olayların kazara bir araya gelmesiyle örülür. İki olay hiç beklenmedik bir biçimde aynı anda meydana gelir, kesişir: Tomas otelin lokantasında radyoda Beethoven çalarken boy gösterir. Böylesi kesişmelerin büyük bir çoğunluğunu fark etmeyiz bile. Tomas’ın oturduğu yerde oturan yörenin kasabı olsa, Tereza radyoda Beethoven çalındığını hiç fark etmeyecekti. Ama filizlenmekte olan aşkı, güzellik duyusunu tutuşturdu, o müziği bir daha hiç unutmadı Tereza. Ne zaman duyduysa yüreğinde bir kıpırtı oldu. O anda çevresinde olup biten her şey müzikle halelendi, onu güzelliğine büründü.” (s.61-62)
“…Babasına ihanet etmeye duyduğu özlemi tümüyle doyuramamıştı; komünizm de babadan başka bir şey değildi çünkü, babası kadar kısıtlı ve sıkı bir baba, ona aşkı da Picassoyu’da yasaklayan bir baba.” (S.102)

“… Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür. Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında en ufak bir bilgisi yoktur. Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir.” (s.136)

“… Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Onlardan eşit derecede hoşnut olmam ve dehşete düşmem de bu yüzden. Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır. Bana en çekici gelen şey bu aşılmış sınırdır. Çünkü romanın sorguladığı sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları değildir, bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır.” (S.239)

“Platon’un Şölen’indeki ünlü efsane aklına geldi ansızın:Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirlerini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip duruyorlar. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.” (s.257)

“Yaratılış Kitabı’nın en başında bize Tanrı’nın insanoğlunu balıklar, kuşlar ve tüm yaratıklar üzerinde egemenlik kursun diye yarattığı söylenir. Yaratılış Kitabı’nı yazan insandı elbette, at değil. Tanrı’nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik kurma iznini verip vermediği pek belli değil. Daha akla yakın olanı, insanın inekle at üzerinde kurduğu egemenliği kutsasın diye Tanrı’yı yaratmış olması. Evet, bir geyiği ya da ineği öldürme hakkı insanoğlunun üzerinde görüş birliğine vardığı tek şey, en kanlı savaşlar sırasında bile.
Bu hakkı verili saymamızın nedeni hiyerarşinin en tepesinde olmamız. Ama hele oyuna üçüncü kişi girsin-kendisine Tanrı tarafından, “Bütün öteki yıldızlardaki yaratıklar üzerinde egemenlik kuracaksın,” denen, başka gezegenden bir yaratık- Yaratılış Kitabı’nı elde bir saymamız o an imkansızlaşır. Bir Marslının arabasına koşulan ya da Samanyolu sakinleri tarafından şişte kızartılan bir insanoğlu belki tabağındaki dana pirzolasını hatırlar da, inekten(çok geç olarak!) özür diler.” (s.304)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder