12 Mayıs 2020 Salı

55 YIL SONRA GELEN SÜRPRİZ ROMAN



En çok hangi özelliğinizle övünür ve kendinizi üstün görürsünüz? Ben en çok mütevazılığımla övünürüm mesela.😜😎 Amma da mütevazıyım değil mi? Şaka bir yana kendisiyle övünmeyen, bir özelliğiyle kendini diğer insanlardan üstün görmeyen gerçekten mütevazı insan bulmak çok zordur. Benim bununla ilgili bir sorunum yok. Övünme işini abartmadığı sürece, insani bir zaaf olarak karşılıyorum bu durumu. Hele ki övündüğü özelliklerine erişebilmek için emek sarf etmiş, kafa patlatmış, bedeller ödemişse ve tüm bunları yaparken başkalarının üzerine basmamışsa… Çalışkan olmak, iyi bir dinleyici olmak, bir kitap kurdu olmak, sağlam bir gözlemci olmak, iyi bir eş ya da sevgili olmak, bir sürü dil bilmek, eline geçen her şeyi tamir edebilmek, çocuklarla iyi iletişim kurabilmek, tahminlerinde hep on ikiden vurmak, insanlarla çabuk kaynaşabilmek vs.vs. Bunlardan herhangi biriyle övünebilirsiniz. Lakin bazıları vardır ki sahip olmak için herhangi bir emek vermediği, doğuştan getirdiği özellikleriyle övünür. Bu özellikleriyle kendilerini üstün görür hatta ayrıcalıklı olduğunu düşünür. Mensup olduğun millet, ırkın, dilin, dinin, rengin vs. bu gruba girer. Bunlarla övünmek çok kolaydır, hiçbir konuda kendini geliştirmiş olmana gerek yoktur. Hatta bu özellikleriyle övünmekle kalmaz insanlar, bunları bir üstünlük addeder, dahası ayrıcalık sayarlar. Bu kimlikler için hiçbir özel çaba sarf etmemiş olmalarına rağmen kırmızı çizgileridir hatta bunlar. Bunları korumak için kötülüklere başvurabilir, olmayacak işler de yapabilirler. Eski çağlardan bugüne hayatta kalmak için yaptıklarını saymazsak, hep bunları korumak için kan dökmüştür insanoğlu. Ne garip bir çelişkidir. Çatışmalar da sıkıntılar da buradan çıkar hep.

İşte edebiyat da insanın yarattığı bu çatışmaları ve çelişkileri inceler, bunların ortaya çıkardığı toplumsal çıktılara odaklanır. Benim kült kitaplarımdan olan “Bülbülü Öldürmek” romanında da bu konulardan biri olan ırkçılık işlenir. Siyahlara karşı yapılan ırkçılık ve çifte standarttır konu. Bazılarına göre beyazlar siyahlardan üstündür(Niyeyse?). Olaylar özgürlükler ülkesi(!) Amerika’da geçmektedir. Zaman 1950’ler başıdır. Ne acıdır ki kocaman insanlık tarihinde daha geçtiğimiz yüzyıla kadar siyahlar ırkçılığa maruz kalmıştır. Ki dünya üzerinde renk, ırk, din temelli ırkçılığın ve ötekileştirmenin bittiğini hâlâ söyleyemeyiz maalesef.

Bülbülü Öldürmek neredeyse otobiyografik bir romandır. Harper Lee, bir kız çocuğu olan Jean-Louise (Scout) Finch’in gözünden anlatır olayları. Anlattığı bu olaylarda çocukluğundan izler vardır. Yaşadıkları küçük, dünyaya kapalı Maycomb kasabasında abisi Jem Finch ve en yakın arkadaşı Dill’le yaşadıkları maceralara tanık olurken 1950’ler Amerika’sının toplumsal yapısına dair de pek çok fikir ediniriz. Bir çocuğun yaşadıklarının geri planında siyahların maruz kaldığı ırkçılık işlenir romanda.

Kahramanımızın babası avukat Atticus Finch, suçu neredeyse sabit görülen bir siyahinin davasını üstlenir ve akabinde olaylar gelişir. Başlardaki yoğun anlatımının aksine kitabın ilerleyen bölümleri müthiş bir sürükleyicilikle ve sürpriz olaylarla gelişir. Sizi yaşasın edebiyat diye bağırtacak bir sonla biter.

Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek romanı, 1960 yılında yayınlanır yayınlanmaz büyük ses getirir, birkaç yıl sonra hemen sinemaya uyarlanır ve çok ünlenir. Ama Harper Lee, sanki çok ünlenen bu modern klasiği kendisi yazmamış gibi mütevazı hayatına devam eder. Çok az röportaj verir, neredeyse bir münzevi gibi yaşar. Tek romanıyla efsane olur ve adeta yazın işini zirvede bırakayım dercesine bir daha roman yazmaz. Ta ki 2015 yılına kadar…Yani aradan tam 55 yıl geçmiştir. Ve Harper Lee 88 yaşına gelmiştir. Bu yeni roman “Tespih Ağacının Gölgesinde”dir. Ve “Bülbülü Öldürmek” romanının devamı niteliğindedir. Şaka gibi… 55 yıl sonra gelen devam kitabı. Harper Lee, 2.romanının yayınlanmasından bir yıl sonra hayata gözlerini yumar. Sanki bunu beklemiş gibidir.

Bülbülü Öldürmek romanını çok seven pek çok hayranı gibi bu haber beni de çok heyecanlandırmıştı. Kitabı geçtiğimiz aylarda okudum. Tespih Ağacının Gölgesinde romanı Bülbülü Öldürmek’ten yaklaşık 20 yıl sonrasını anlatıyor. Kahramanımız Scout Finch büyümüştür ve büyük şehirde yaşayan genç bir kadındır artık. Ara sıra Maycomb’a ailesini ziyarete gitmektedir. Roman bu gidişlerden birinde yaşananları konu ediniyor. BÖ kadar sürükleyici değil, biraz daha psikolojik bir roman TAG. Ama Harper Lee’nin canlı dili, gözlem ve bunu aktarma becerisi hâlâ capcanlı bu kitapta da. İlk kitabın konusu olan küçük kasaba ırkçılığı bu romanda yerini küçük kasaba baskıcılığına(ilk kitapta da vardı gerçi) bırakmış yerini. Siyahlara karşı yapılan ırkçılık meselesi hâlâ kapanmış değil. TAG’da da işlenmeye devam ediyor bu konu. Ama asıl konu bizim tabirimizle “mahalle baskısı”. Artık yuvadan uçmuş, büyük şehirde yaşamaya başlamış, özgürleşmiş karakterimiz; kasabasına-memleketine-döndüğünde artık orada ona uygun bir hayat olmadığını fark ediyor, o küçük kasabadaki dünyası küçük insanların yavan meseleleri onu boğacak gibi oluyor. İnsanların yargılayıcı bakışları ve iğneleyici sözleri ona sürekli batıyor ve ailesinin yanına dönmekle bir daha buralara adım atmamak arasında bocalatan birkaç hafta geçirmesine sebep oluyor. Bülbülü Öldürmek gibi sürekli tırmanan, heyecanlı bir sonla olmasa da nispeten sürpriz bir sonla da bitiyor roman.

Bence önce “Bülbülü Öldürmek” romanını okuyup Harper Lee’nin dünyasına girin, sonra da işi bir adım daha ileri götürüp daha az sürükleyici olan-sıkıcı demeye dilim varmıyor-ama okudukça vay canına bazı şeyler bizim memlekettekiyle ne kadar da aynı-50 yıl farkla-dedirten “Tespih Ağacının Gölgesinde” romanını da aradan çıkarıverin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder