26 Mayıs 2020 Salı

İZLEYEBİLDİM 4






Arkadaşlarımın film tavsiyelerini sorgusuz sualsiz izlemeye ve üzerlerine laga luga yapmaya devam ediyorum. Bu hafta ilk olarak Awakenings yani “Uyanışlar”ı izledim. 1990 yapımı bu filmi nasıl olmuş da bu zamana kadar izlememişim hayret. Zira, tahminimce bu film televizyonda falan da pek çok kez çıkmıştır. Neyse, izlememişim işte, n’apayım ya gelmeyin üstüme. Usta oyuncular Robert de Niro(ulan bir adam her filmde de unutulmayacak performans sergilemez ki arkadaş) ve Robin Williams(bu da öyle, bu da) başrolde. Kronik hastalarla çalışan bir doktorun(Williams), hastalardan birinin(de niro) kaderini değiştiren olaylara imza atmasını anlatan bir dram bu. Filmin ortalarında falan yok artık canım, “bilimli” film yapalım derken b.kunu çıkarmışlar; bilimle bile bu kadar şey başarılamaz, böyle saçma şey olmaz diyesiniz geliyor ama filmin başında bunun “gerçek bir hikâyeden uyarlandığı” uyarısı aklınıza geliyor ve “vay canına” diyorsunuz. Zaman zaman insanı üzse de ailece izlenebilecek bir film. IMDB puanı 7,8, benim puanım 8,4.




İzlediğim ikinci film, 2012 senesine ait bir İspanyol yapımı olan “El Cuerpo”. Türkçe adıyla “ceset”. Bir polisiye gerilim filmi bu. Bir polisiye gerilim filminde arayacağımız her şey var içinde: bir adet cinayet, birtakım gizemler, acayip tesadüfler, bolca soru işareti, gereksiz gerilimler, sigara içip duran polisler, karizmatik görünmeye çalışan polisler, falan filan… Her polisiye-gerilim filmi gibi bunun da üzerine çok konuşursak illaki tatkaçıran veririz. Tatkaçıran verirsek de bu filmi izlemenin bir anlamı kalmaz. Türü sevenler için iyi bir alternatif olduğunu söyleyebilirim. Güzel senaryo, başarılı kurgu. İzleniri var. IMDB puanı 7,6, benim puanım da 7,6. (Ölçtüm biçtim, tam 7,6 altılık film, valla bak.)




Bu hafta sonunun 3.filmi “Sideways” oldu. İki arkadaşım birden ortaklaşa tavsiye edince izlemem kaçınılmazdı. Zaten ben bu filmi teee çok önceden izlemeye niyet etmiştim ama bir şey olmuştu da izleyememiştim. Neyse, geç olsun güç olmasın diyerek oturdum başına. 2004 yapımı bu film, bağımsız sinema dediğimiz ekole dahil edebileceğimiz bir yapım. Yani nedir bağımsız sinema. Sanatı sanat için yapan ama b.kunu çıkartıp sadece sinema için yapmayan, seyirciye de hoş gelecek şeyler çeken ama seyirciye hoş gelsin diye de böyle allanmış pullanmış hikâyeler çekmeyip böyle günlük hayat içindeki basit ancak dikkat edilmeyen komikli ama acıklı yanları bulup çıkaran sinemadır diyebiliriz. Bir de tabii kocaman kocaman bütçelere çekilmez böyle filmler. Azıcık aşım ağrısız başım hesabı… Lan filmden bahsetsene diyenler için, diyeceğim şudur ki böyle filmlerden bahsedilmez, böyle filmler yaşanır, şey yani izlenir. Tatlı bir gerçekçiliği, romantizmi ve mizahı olan hoş bir film. Şarap denen afili içkiye bir saygı duruşu niteliğinde aynı zamanda bu film. Şarapçılar(şaraptan anlayanlar) izlesin. IMDB puanı 7,5, benim puanım 8,8.




Son filmim klasiklerden: 1954 yapımı Rear Window. Yani “Arka Pencere”. Arka Sokaklar ile karıştırmayalım lütfen, bu da polisiye ama gerilimli polisiye. Gerilim filmlerinin ünlü yönetmeni Alfred Hitchcock’un geçenlerde “Rope”unu izlemiştim. Bu sefer de başka bir klasiği olan Rear Window’u izledim. Rope daha tempoluydu ve ben Rope’ta daha fazla gerilmiştim ama gizem ve merak unsuru Rear Window’da daha fazla. Bacağı kırıldığı için mecburen evde oturan maceracı fotoğrafçı Jefferies(James Stewart) sıkıntıdan evinin penceresinden komşularını rontlamaktadır(şerefsiz ya) sürekli ve birtakım garip olaylara tanık olur. Seyirciyi de sürekli bir gelgit içerisinde tutan başarılı bir kurgu ve senaryoya sahip. Dar alanda o kadar ustaca bir iş ki hayret etmemek ve alkışlamamak mümkün değil. Yalnız, filmden anladığımız üzere Amerikalıların alayı rontçu ve teşhirci. 😝IMDB puanı 8,4 benim puanım 9.


Bir başka dereden tepeden sinema yazısında görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder